Elinde piposu olan Sartre ya da sigara içen Camus... Felsefeyle ilgileniyorum diyen depresif insanların uğrak noktası 2 insan.
"Varoluş be malbayım. Kimse bizi manlamıyor. Maga bee yalnızız." gibi söylevler içerisinde olan birisiyseniz Varoluş Felsefesini illaki duyarsınız. Camus'nün Yabancı'sı ya da Sartre'ın Bulantı'sı sizi ister istemez içine çeker. Meursault gibi yabancı kaldım dünyaya dersiniz ya da Roquentin gibi nefes almak bile bulanmanıza neden olur, mideniz kalkar.
Hatta Dostoyevski'de bile varoluşu bulursunuz. Varoluşçu yazarlar sizin için sizi sizden daha iyi anlatan kitaplar olur. Onlarla yatar, onlarla kalkarsınız. Kendinizi resmen bulmuşsunuzdur. Ama durun.
Varoluş bu değil! Gerçek varoluşçuluk bu değil.
"Varoluşçuluk 19. yüzyılın sonlarında -daha çok Almanya'da- filizleniyor." Bu felsefenin doğmasında ise en büyük etmen Tanrı'nın ölmesi. Nietzsche sağ olsun :)
"18. yüzyılda -filozofların bu dinsizlik çağında- Tanrı kavramı ortadan kalkıyor."
Marx'ın yabancılaşma kavramı ve Marx ile de oldukça ilintili olan bu felsefe modern çağın insanının anlam arayışı aslında.
Varoluşçuluk nedir? Sorusunun cevabı ise oldukça basit.
"Varlık özden önce gelir."
Size hiçbir şey ifade etmedi mi? O zaman şöyle açıklayayım: Kurabiye yapmak için herhangi bir kurala uyarak belirli bir şekilde kurabiye mi yaparsınız? Örneğin 7 cm çapında, üzerinde çikolata parçaları olan bir kurabiye mi yapacağım dersiniz yoksa malzemeleri mutfak masasının üzerine dizdikten sonra "Hadi kurabiyem, var ol!" mu dersiniz?
Sartre kurabiyenin kendi kendine var olacağını söylemez. Çünkü varoluş insana özgüdür. Kurabiyeyi yapacak olan kişi sizsiniz. Ama sizi yapacak olan herhangi bir zanaatkar yoktur. "Yaratıcı bir Tanrı'yı bile çoğu zaman yüksek bir zanaatçı gibi tasarlarız. Tanrı'yı zanaatçıya benzetiriz."
İşte! Varoluş felsefesinin mükemmelliği de buradadır.
"İlkin insan vardır; yani insan önce dünyaya gelir, var olur, ondan sonra tanımlanıp belirlenir, özünü ortaya çıkarır."
İnsan kendi kendini inşa eder. Sartre'ın da dediği gibi siz korkak olarak ya da kahraman olarak doğmazsınız. "Korkak ya da kahraman olmak insanın elindedir."
Her şey sizin elinizdedir. İşte! İnsanın yapabilme gücü...
Tabii, böyle bir felsefe ki her ne kadar da burjuva felsefesi olarak eleştirilse de halkın arasına karışan bir felsefe olan Varoluşçuluk, felsefe olduğu için anlaşılmaz. Sartre da der ki: gelin, toplanalım. Varoluşçuluk neymiş sizlere adım adım anlatacağım. Ve öyle de yapar.
Sonuç ise bu kitaptır. Varoluşçuluk nedir? sorusuna verilebilecek en açıklayıcı, anlaşılır ve yetkin cevap bu kitaptadır.
Dostoyevski ile başlayan; "Dostoyevski, "Tanrı olmasaydı her şey mubah olurdu!" diye yazmıştı. (İşte bu söz, varoluşçuluğun çıkış noktasıdır.)" mücadelenin, başkaldırının ve iyimserliğin felsefesidir Varoluşçuluk.
Varoluş felsefesini anlamak birkaç adımda olur.
Öncelikle "Tanrı olmadığı için insan bir başına bırakılmıştır." Bırakılmışlık denilir buna. Dünyaya fırlatılmışızdır ve yapayalnızızdır. Bundan dolayı da Sartre "İnsan özgür olmaya mahkûmdur, zorunludur!" der. Zorunludur, çünkü yaratılmamıştır. Özgürdür. Çünkü dünyaya bir kez geldi mi, bütün yaptıklarından sorumludur.
Özgür olan insanın da bunaltısı vardır. Bu özgürlük durumundan, yalnızlıktan ve bırakılmışlıktan dolayı yaptığı her eylemin diğer insanlar için de bir karşılığı olduğunu bildiği anda bunaltı başlar. Bir diğer deyişle "Bırakılmışlık bunaltıyla birlikte yürür."
Peki, Bırakılmışlık karşısında ahlak ne olacaktır? Yollandığımız bu dünyada bize neyin "iyi neyin "kötü" olduğunu söyleyecek kim vardır?
Laik Ahlak anlayışı herhangi bir Tanrı''nın olmaması durumunda bile ahlak geliştirebileceğimizi savunur. Varoluşçuluk ise buna karşı çıkar.
"Bizim adımıza iyiyi düşünecek sonsuz ve yeterli bir bilinç (yani Tanrı) var olmadığından "iyi" diye "önsel" bir şey de var olamaz artık; çünkü iyinin var olduğu ve kişinin dürüst olması, yalan söylememesi gerektiği hiçbir yerde yazılı değildir artık; çünkü biz, ancak insanların var olduğu bir ortamda yaşarız artık."
Tanrı yoktur ve Tanrı'nın yokluğunda "iyi" ve "kötü" de yoktur. "Genel bir ahlak yoktur; çünkü size yol gösterecek bir işaret yoktur dünyada." İşte Bırakılmışlık.
İnsanın dünyada yalnızlığıdır bu. Sartre ise bu ahlaksızlık durumuna bir cevap aramaz. Kant "Ahlaki gereklilik olarak dinler gereksizdir." der ve dinlerin yerine bir ahlak anlayışı getirir. Sartre ise bunu yapmaz. Bir çeşit Nihilizm merhaba der bize sinsice.
İnsanın insanlar içinde kalmasıdır Varoluşçuluk.
Kitabımızın amacı ise "... varoluşçuluk sözcüğü öylesine yayıldı, anlamı öylesine genişledi ki artık hiçbir anlamı kalmadı desek yeridir." anlamsızlığı ve anlaşılmazlığı yıkmaktır. Varoluşçuluk şudur diye cevap vermektir.
Kıssadan hisse, Varoluş felsefesi ya da kısaca Varoluşçuluk bizlerin anladığından çok ama çok farklıdır. Bu konuya ilgisi olan herkes ise önce bu kitabı okumalıdır. Yanlış anlamalar ve farklılıklar ancak bu kitabı okumakla çözülür.
Okumak isteyen herkese keyifli okumalar dilerim.