Nerdesin aşkım?"Aşka gönül vermem aşka inanmam
Yıllarca boş yere ağlayıp yanmam
Böyle bir arzuya meyledip kanmam"
(Beste-Güfte: Baki Çallıoğlu)
Meşhur fıkradır; Bektaşiye sormuşlar: "Hiç aşık oldun mu?" diye. "Bir kere tam olacaktım, bastılar" demiş. Bektaşi ile Schopenhauer'ın birleştiği nokta 'aşk' denen mefhumun cinsel dürtü kaynaklı olduğu. Çevremizi biraz gözlemlediğimizde benzer sonuca bizim de varmamız mümkün. İnsanlar pek çok konuda olduğu gibi aşk konusunda da ikiyüzlüdürler. Sözlerindeki ruhaniliğe hallerinde rastlayamazsınız. 'Aşık'tan geçilmeyen memleketimizde aldatmaların, boşanmaların, aile içi şiddetin, sevgili terörünün, kaprislerin, ayrılıkların,değer vermemenin, değer görmemenin ve dahi bir yığın problemin adiyattan sayılması şüphesiz aşkla ilgili tasavvurlarımızda bir problem olduğuna işaret ediyor. Bu verileri, arzuların doyum noktasına ulaştıktan sonra acı vermesi bilgisi ile birlikte değerlendirdiğimizde aşkın arzu odaklı yaşandığını varsayabiliriz. Hande Yener'in "yanan yanana ama pişen yok/ iki lafın arası aşk acısı" diye tarif ettiği bir ortamda aşkın ne olduğu konusunda ben de Bektaşi, Schopenhauer ve Hande Yener ile aynı saftayım.
Aşkı -veya insanların aşk derken kastettiği şeyi- daha iyi anlamak için bir tanım getirelim. Bunu formülize ederek yapmayı düşünüyorum. Bunun için de benzer bir kavramdan yola çıkacağım: Arkadaşlık. Arkadaşlık içerisinde ne gibi duygular barındırır? Elcevap: Sevgi, saygı, fedakarlık, vefa, sadakat,iyilik, şefkat, nezaket, empati gibi ulvi duygular. Bu saydıklarım aşkta da bulunan kavramlar, yani aşk ve arkadaşlığın kesişim kümesi. Peki aşkı arkadaşlıktan ayıran şey ne?, Aşkta olup arkadaşlıkta olmayan şey ne? Cevap tahmin ettiğiniz gibi: (kibarca yazarsak) Şehvet. Dolayısıyla aşk şehvetli arkadaşlıktır, diyebiliriz. Fakat bir problem var. Arkadaşlık için saydığım kavramların/duyguların tamamı zihinsel süreçlerin ürünü. Üzerinde düşünülmüş, emek verilmiş bu yönüyle de güvenilir değerler. Ama şehvet öyle değil. Hayvani dürtülerimizin sonucu. Dolayısıyla güvenilir değil(Zaten ilk görüşte oluşabilen bir şey ne kadar güvenilir olabilir.). O zaman tanımı şöyle güncelleyebiliriz: Aşk, deforme olmuş ve güvenirliliğini yitirmiş arkadaşlıktır ve böyle bir arkadaşlık uzun süre devam edemez.
İnsanların aşktan bahsederkenki halleri ile aşık olduklarını iddia ettiklerindeki halleri birbirinden çok farklıdır. Aşktan veya aşık olunacak ideal kişi üzerine konuşurken hep yüce değerlerden dem vururlar. Hepinizin duyduğu şöyle şeyler derler mesela;
-"Benim tercihlerime değer versin"(saygı)
-"Gözü benden başkasını görmesin"(sadakat)
-"Tertemiz bir kalbi olsun"(iyilik-şefkat)
-"Beraber yaşlanalım"(vefa)
-"Oturmasını kalkmasını bilsin"(nezaket)
-"Birbirimiz için ölümü göze alalım"(fedakarlık)
Ama iş pratiğe geldiğinde yani insanlar aşık olduklarını iddia ettiklerinde ise ağızlarından şöyle kelimeler dökülür: "Abi çok güzel ya!", "Kızım aşırı yakışıklı" Gördüğünüz üzere tüm ulvi değerler unutulmuş, zihinsel süreç arka plana itilmiştir. Bir insanın mavi gözlerinden vefasını, gamzesinden saygısını, dudaklarından fedakarlığını anlayamayacağımıza göre bir şeylerin etkisi altına girmiş olma ihtimalimiz çok yüksektir. Anadolu irfanı bu durumu " Keçi gider ekine, boynuzları dikine" diye tarif eder. Ve mantığı devre dışı bırakan keçinin gittiği yol yol değildir.
"Aşkın gözü kördür." derler. Kesinlikle öyle. Çünkü aklı ve mantığı rehin alan dolayısıyla gerçekleri görmemize mani olan bir dürtüdür aşk. Leyla ile Mecnun hikayesindeki isimler bile bize bunu anlatır. Mecnun, cin kökünden gelir. Cinlere tutulmuş, cinnet halinde manasındadır. Yani akli melekeleri yerinde değildir aşığımızın. Leyla ise leyl kökünden gelir. Gece, karanlık manasındadır. Yani aslında Mecnun'un Leyla'da gördüğü fludur, net değildir. Mecnun'un istikbali parlak değildir. Çünkü hislerinin etkisiyle tanımadığı birine aşık olmuştur. Leyla'nın da istikbali parlak değildir. Çünkü kendisini obsesyon seviyesinde seven bir aşığı vardır ve deliler gibi sevmek anlatıldığı gibi iyi bir şey değildir. Bana sorarsanız, makul davranmaktan fersah fersah uzak olan bu çiftimiz kavuşsalardı bile boşanırlardı.(Yaznın bu bölümünde mesleki deformasyon etkisi görülmektedir.)
Milli aşk filmimiz Selvi Boylum Al Yazmalım'ın dillere pelesenk olmuş final sahnesi bahsettiğim seçim sürecini anlatır. Asya karakteri iki erkek arasında tercih yapacaktır. Kadir İnanır, yakışıklı bir jöndür, karizmatiktir. Gençlik aşkıdır. Ama sebebi her ne olursa olsun eşine ihanet etmiştir. Benim formülümde şehveti(dış güzelliği) temsil eder. Ahmet Mekin, yakışıklı değildir. Ama sadıktır. Kadına ve çocuğuna sahip çıkmıştır. Değerleri ve iç güzelliğini temsil eder. Sinemamızın sultanı tercihini güvenilir kavramlardan yana kullanır. Ahmet Mekin'e doğru yürürken çok değerli tespitleriyle bize nasihat edercesine efsane repliklerini söyler: "Sevgi neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu. Sevgi emekti."
Michael Haneke "Amour(Aşk)" filminde aşkı anlatmak için yaşlı iki insanı tercih etmiştir. Aşk denince ilk akla gelen, gençlik, hareket, flörtleşmeler, romantik müzikler bu filmde yoktur. Yönetmenin aşkı iki ihtiyarla hatta felç kalan eşinin bakımını üstlenen birinin öyküsü ile anlatması manidardır. Hiç bir maddi fayda yoktur bu ilişkide. Dünyadan alacakları zevk de kalmamıştır karakterlerimizin. Onları birbirine bağlayan tek şey sadece birbirlerine verdikleri sözdür. Haneke böyle mi düşünmüştür bilinmez ama bize adeta "Eğer aşk denen şey gerçekten varsa o, hormonlar etkisini yitirdikten sonra da devam eden şeydir" demektedir.
"Aşkın gözü kördür"e tekar gelirsek, gözü kör olan aslen hormonlar, arzular ve dürtülerdir. Arzu, hızlı ve maksimum doyum ister. Bu pratikte, adaylar arasında hemen en güzelini/en yakışıklısını seçmeye yöneltir insanı(Ben Schopenhauer'ın yalancısıyım). Ama insanı diğer hayvanlardan ayıran bir özelliği içgüdülerini eğitimle sınırlayabilmesi ve kontrol altına alabilmesidir.Güzellik önemli değildir demiyorum tabi ki. İnsanın estetik duygusu da vardır. Ama asıl itibar edilmesi gereken duygular açıktır. Aşk ve arkadaşlık kıyaslamamdan gidersek, kimse arkadaşını güzel veya yakışıklı olduğu için seçmez. Nitekim arkadaşlıklar, aşklardan uzun sürer. İzah etmeye çalıştığım üzere vardığım sonuç aşık olmamak değil, arzular doyuma ulaştıktan sonra da arkadaş kalabileceğimiz birine bu duyguyu sarf etmek.('Hayat arkadaşı' bu bağlamda çok güzel bir yakıştırma)
Hadise'nin bir şarkısından alıntıyla bitirmek istiyorum.(Lütfen beni kınamayın. Gönül isterdi ki aşkı, Selahattin Pınar'ın 'Bir bahar akşamı rastladım size' bestesi ile anlatayım ama zamana ayak uydurmaya çalışıyorum). Hadise Hanım, bir modern dönem ilişki taşlaması olan "Aşk Kaç Beden Giyer" de şöyle der;
"Ten taşırsa hisleri
Yaşarsa sisleri
Kalp burda der mi?"
"Ten taşırsa hisleri": Yani yukarıda saydığımız sevgi, saygı, fedakarlık, empati, vefa gibi tüm ulvi hisleri barındırması gereken aşkı tene hapsederseniz, sadece ten taşıyacaksa bu hisleri, şehvetin emrine girecekse değerler,
"Yaşarsa sisleri": Aşkı bedensel zevklerin sis bulutu içerisine sokmuş olursunuz ve bu sis bulutu içerisinde gerçekleri göremezsiniz .(aşkın gözü kördür açıklamalarımı hatırlatmakla yetiniyorum.)
"Kalp burda der mi?": Arzuların hakimiyet sürdüğü bir devirde, tenin kılavuzluk ettiği sisli yolda yürürken gerçek aşkı bulabilmek mümkün değildir. Böyle bir durumda ne kalbiniz birini gerçekten sevdiğini anlayabilir ve 'gerçek aşk işte burada' der ne de sizi gerçekten seveni görebilirsiniz.
Eğer aşk, aşk.. diye sayıkladığımız şey, ten uyumundan, görsellikten, estetikli suratlardan, üçgen vücutlardan, gençlikten, güzellikten ibaretse umarım Hadise'nin sorusu başımızı biraz öne eğdirir ve bu konuda sağlıklı düşünmemizin kapılarını aralar:
" Söylesene sevgilim
Aşk kaç beden giyer? "