Ulu Mevlâna'nın anahtar hikâyesini bilir misiniz? Dün gece rüyamda
aynısını görmek nasib oldu.
Her yer bembeyazdı, kar beyazı, bu
karın beyazı. Birden göğsümün üzerinde
soğuk, buz gibi soğuk, keskin bir ağrıyla
uyandım. Kalbimin üzerinde bir kar topu var
sandım, buz topu sandım, billur bir top sandım,
değilmiş: Kalbimin üzerinde şair Mevlâna'nın
elmas anahtarı varmış. Elime aldım,
yatağımdan kalktım, odamın kapısını onunla
açayım dedim, açtı; ama başka bir odadaydım
ve içerde yatağında uyuyan, bana benzeyen,
ama ben olmayan biri vardı. O odanın kapısını
uyuyan adamın kalbinin üzerindeki anahtarla
açıp, yerine elimdekini bırakıp başka bir odaya
girdim: O oda da öyle; bana benzeyen, ama
benden güzel suretler, yürekleri yerinde
anahtarlar... Öteki oda da, öteki odaya açılan
beriki oda da öyle.
Üstelik baktım, odalarda benden
başkaları da var; benim gibi gölgeler, benim gibi
uykudagezer hayaletler, ellerinde anahtarlar.
Her odada bir yatak, her yatakta benim gibi
rüya gören bir adam! Anladım ki cennetteki
çarşıdayım. Burada ne alış var ne de satış, ne
para var ne de pul; yalnızca suretler ve suratlar
var. Hangisini beğenirsen o surete giriyor, o
suratı yüzüne maske gibi geçiriyor yeni
hayatına başlıyorsun, ama benim aradığım
suret, biliyorum, binbir odanın en
sonuncusunda, ki elime geçirdiğim en son
anahtar kapısını açmıyor. O zaman anlıyorum
ki göğsümün üzerinde kar soğukluğuyla
gördüğüm o ilk anahtarla açabilirmişim o
kapıyı, ama o anahtar artık nerededir, kimin
elindedir, terkettiğim yatak ve oda binbir
odadan hangisidir bilemiyorum ve böylece
kahredici bir pişmanlıkla, gözyaşlarıyla, öteki
umutsuzlarla birlikte kapıdan kapıya, odadan
odaya anahtarın birini bırakıp birini alarak,
uyuyan suretlerin her birine şaşarak anlıyorum
ki ben, sonsuza kadar..."