Gönderi

Hume, güvenin olmadığı, mülkiyet ayrımının gözetilmediği, yalnızca gücün hâkim olduğu ve adalet kuralının bilinmediği toplumların var olduğunu söyler. Ona göre, güvenliğin olmadığı yerde adaletin yerini güç olgusu alır. İnsan kendini korumak için gerekirse kılıç ve kalkan kullanarak güce başvurur. Adaletin askıya alındığı, gücün zemin bulduğu ortamlarda uygar ulus bile ilk saldıranlar kadar kanlı ve öldürücü karşılık vermelidir. Newtoncu bir yaklaşımla gücün önemine değinen Hume, kuralların, düzenin ve alışkanlıkların izafiyet kazanacağını dolayısıyla kıtlık sırasında çalmanın suç ve haksızlık olarak addedilmeyeceğini iddia eder. Adaletin yerine geçen savaş yasaları tikel durumun avantajına ve faydalılığına göre hesaplanır. Güç olgusunu zorbalık olarak anlamaktan daha çok ölçülü mukavemet olarak algılayan filozofa göre, aşırı bolluk ya da yoksulluk, insancıllik ya da zorbalık adaletin özüne zarar verir ve onu faydasız kı lar (Hume, 2010: 30-31). Hume’a göre, düzen olarak adaletin istikrarı büyük oranda uyum sorunu doğururken adaletin dağıtımı ise büyük oranda çatışma doğurur. Hem adaletin istikrarı ve dağıtımını hem de mülkiyetin edinilmesi, korunması ve devredilmesini sağlamak ve yönetmek için hükümet kurulmalıdır. Bu yönetimde sosyal Sözleşmeyle değil rıza ve karşılıklı çıkara dayanan orijinal sözleşmeyle sağlanabilir (Hardin, 2007: 61). Hume’a göre, adaletin tarafsız dağıtımı modern ticarî toplum için temeldir. İnsanlar deneyim yoluyla toplum olmadan ayakta kalmanın itkilerini serbest bıraktıklarında ve toplumsal yaşarın sürdürmeyi olanaksız buldukları zaman adalet kurallarına uyma lüzumu duyarlar (Hume, 2009: 379).
·
5 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.