"Zorba," dedim, "sen kendini, dünyayı dolaşmış,
korkunç ve müthiş bir Denizci Sinbad sanıp böbürleniyorsun. Oysa sen hiç, ama hiçbir şey görmedin! Ben de...
Dünya bizim sandığımızdan çok daha büyük. Geziyoruz, geziyoruz, ama evimizin eşiğinden bile dışarı çıkmış sayılmayız."
Zorba dudaklarını büzdü, konuşmadı. Yalnız, dayak yemiş sadık bir köpek gibi hırladı. Ben konuştum:
"Manastırlarla dolu, ilahların oturduğu dağlar var. Bu manastırlarda siyah cüppeli keşişler bulunur; bağdaş kurmuş görkemli durumda bir
nız bir şeyi düşünürler. Bir şeyi, duyuyor musun? İki değil, bir! Bizim gibi kadın ve linyit, kitap ve linyit düşünmezler Zorba, akıllarını yalnız bir şey üzerine toplar ve mucizeler
yaratırlar. Mucizeler böyle olur. Bir lup koyup güneş ışınlarının yalnız bir nokta üzerinde toplandığını hiç gördün mü Zorba? Bu nokta, biraz sonra ateş alır; neden? Çünkü güneşin dağınık ışınları bir noktada toplanmıştır. İnsan
aklı da tıpkı böyledir; aklını yalnız bir tek şeye verirsen mucizeler yaratırsın! Anlıyor musun Zorba?"