Gönderi

2. Onlar namazlarında tam bir tevazu, teslimiyet ve derin saygı içindedir. ... Huşû; bir yönden korku, çekingenlik gibi kalbî filleri, bir yönden de sallanmayı bırakıp sükûnet içinde olmak gibi dış azalara ait fiilleri ifade eder. Kalbin huşûu, korkmak ve güçlü bir şahsın karşısında heybet hissine kapılmaktır. Bedenin huşûu ise, böyle bir şahsın huzurunda baş eğmek, boyun bükmek, bakışları aşağı çevirip sesi alçaltmaktır. Bu bakımdan huşû, kökleri kalpte, görüntüleri bedende olmak üzere her iki mânayı da içinde bulundurur. Bunun kalbe ait tarafı; Rabbin azamet ve celali karşısında kendi küçüklüğünü göstererek nefsi Hakk'ın emrine baş eğdirip söz dinlettirecek ve edep ve tâzimden başka bir şeye yönelmeyecek biçimde kalbin son derece güçlü bir saygı duygusu hissetmesidir. Dış görünüşle ilgili yönü ise, bu duygunun kalpte yerleşmesiyle birlikte vücut organlarında bir sükûnet meydana gelmesi, gözlerinin önüne, secde yerine bakıp, sağa sola, şuna buna iltifat etmemesidir. Bundan dolayı, huşûun namazın şartlarından olan niyetin samimiliği ile; tezahürleri de namazın âdâb ve diğer şartlarıyla alakalıdır. ... Bahaüddin Nakşibend (k.s.)'a "Bir kul, namazda nasıl huşûa erer?" diye sordular. O da cevaben şöyle dedi: "Dört şeyle: Helal lokma, abdest sırasında gafletten uzak durmak, ilk tekbiri alırken kendini huzurda bilmek, namaz dışında da Hakk'ı asla unutmamak, yani namazdaki huzur, sükün ve mâsiyetten uzakta durma hâlini namazdan sonra da devam ettirebilmek." (Hâni, el Hadaiku'l-verdiyye, s. 561) Gerçek bir mü'min şahsiyetinde huşû ile namazdan sonra "faydasız" her türlü söz ve davranışlardan yüz çevirme" özelliği vardır.
Sayfa 451 - Erkam Yayınları, 3. Cilt Mü'minun Sûresi
·
7 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.