Gönderi

Mustafa Kemal, Üçüncü Ordu Kurmay Heyeti’ne gönderildi. Görevi, kıs­men Selanik’te kalmasını, kısmen de teftiş için demiryolu boyunca yolculuk yapmasını gerektiriyordu. Selanik’teyken annesi ve kız kardeşiyle kalıyordu. Zübeyde’nin durumu şimdi gayet iyiydi; ikinci kocası, ona kentin merkezinde kocaman bir ev ve bir miktar para bırakarak bir süre önce ölmüştü. Mustafa Kemal karargâhta Erkân-ı Harbiye Mektebi’nden tanıdığı pek çok subayla karşılaştı. Bunlarla Vatan’ın yeni bir şubesini örgütlemeye çalış­tıysa da, fazla bir başarı sağlayamadı. Onun anlattıklarını, tartışmaya ya da karşı olduklarını söylemeye kalkmaksızın dinlemekle yetiniyorlardı. Ondan kuşkulanıyor gibi bir halleri vardı. Bazen bunlardan birkaçı bir arada konuşarak yürürken, yanlarına gittiğinde sanki bir hafiye ya da ajanmış gibi, he­men susuyorlardı. Bir şeyler çevirdiklerinden emindi, ama onu aralarına al­mıyorlardı. En sonunda içlerinden biri sıkı sıkıya gizlilik sözü verdirerek kapalı kapı­lar ardında, olanları ona da anlattı. Selanik’te büyük bir devrimci örgüt bulu­nuyordu; ismi de ittihat ve Terakki idi. Şehirde çok sayıda Yahudi vardı; bun­ların çoğu italyan uyruklu ve italyan Mason localarına bağlıydı. italyan uy­ruklu olarak, kapitülasyonlar ve imtiyaz antlaşmaları uyarınca, padişahın baskısına karşı korunmaktaydılar. Evleri polis tarafından aranamıyor ve yal­nızca kendi konsolosluk mahkemeleri önünde yargılanabiliyorlardı. içlerinde Makedonyalı Fethi’nin de bulunduğu, Mustafa Kemal’in çoğu­nu tanıdığı bir grup subay Mason olmuştu. Mason localarının tüm yöntemle­rini kullanarak ve koruması altına sığınarak ittihat ve Terakki’yi kurmuşlardı. Yahudilerin evlerinde güvenlik içinde toplanıyor ve planlar hazırlayabiliyor­lardı. Hatırı sayılır bağışlar topluyorlardı. Padişahın ülkeden sürgün ettiği ve yabancı ülkelerde yaşayan önemli siyasal mültecilerle sıkı bir temas halin­deydiler. ittihat ve Terakki Cemiyeti bir süredir Mustafa Kemal’ i izlemekte ve sına­maktaydı. Artık onu da kendilerine katılmaya davet etmişlerdi. Mustafa Kemal Vedata Locası’nda bir birader olarak örgüte katıldı. Ken­disini hoşlanmadığı bir atmosfer içinde bulmuştu. Katıldığı loca, uluslararası Nihilist örgütün bir parçasıydı. Üyeleri arasında Yahudilerin ezildiği Rusya hakkında son derece kötü, ama bol bol para kazanmalarına izin verilen Vi­yana hakkında iyi sözler söyleyen milliyetsiz kişiler vardı. Bunlar adeta gizli yaşayan, sağlıksız, üstü kapalı sözlerle konuşan, sırlarla dolu kişilerdi. Mus­tafa Kemal, uluslararası fınans ve uluslararası yıkıcı yeraltı örgütlerinin ağına yakalanmış olduğunun bilincindeydi; ama bunların tam olarak ne tür insan­lar olduklarını tümüyle anlayabilmiş değildi. Yahudilerin uluslararası amaçları ve sorunlarına karşı hiçbir ilgi duymu­yordu. Masonların ritüellerine daha da az yakınlık duyuyor, bunlardan alayla söz ediyordu. O, bir Türk’tü; Türk olmaktan gurur duyuyor, Türkiye’yi Padi­şah’ın ehliyetsizliğinden ve despotizminden olduğu kadar, yabancıların pen­çelerinden kurtarmakla ilgileniyordu. Daha kötüsü, bu işte sonradan gelenlerden olmasıydı. ittihat ve Terak­ki’yi kontrol eden kişiler, kendilerini Mason localarının karmaşık ritüellerinin perdesi ardına gizlemekteydiler. Henüz yenil başlamış bir “birader” oldu­ğundan, ondan beklenen yalnızca emirleri uygulamasıydı. Oysa, onun yara­dılışı, olayı kontrol etmek, bu olmazsa hiçbir şekilde olayın içinde yer alma­maktı. Sakin sakin emirlere boyun eğecek biri olmak bir yana, her zaman son derece eleştirel bir kişilikteydi. Eleştirileri son derece şiddetli olduğu gi­bi, kişiliğe saygıdan da uzaktı. Fikirlerine karşı çıkıldığında, hemen vahşileşiyordu. ittihat ve Terakki’yi yüzeysel ve etkisiz bir örgüt olarak görüyordu: Çok fazla konuşuluyordu, eylem ise pek azdı. İstanbul Kurmay Okulu’ndaki som, dökme bir demir gibi sağlam, hevesli öğrenciden, artık çeliğe dönüşe­rek güçlenen bir devrimci çıkmıştı. Kuram değil, gerçek olaylar istiyordu. Ti­tizlikle planlanmış eylem istiyordu. ittihat ve Terakki içinde ona ters gelen, hazmedilemeyecek kadar fazla teorisyenlik faaliyeti olmasıydı. Liderlere saygı duymuyordu. Hepsiyle tartışıyordu: Enver aceleci ve sav­ruk bir adamdı; Cavit Selanikli bir Yahudi, bir dönmeydi; Niyazi vahşi ve dengesiz bir Arnavut, bir tür Garibaldi’ydi; bir posta memuru olan Talat ise, hantal bir ayıydı. işte, liderler de bunlardı. Mustafa Kemal onların hepsiyle tenezzülen konuşuyordu. Hepsine sanki onlar dershanedeki çocuklar, kendisi de öğretmenleriymişçesine davranıyor­du. Bir keresinde Kafe Gnogno (Yonyo)’da oturmuş, Cemal’in yurtseverliğin­den söz ediyorlardı. Mustafa Kemal alaycı bir tavırla sözlerini kesip, gerçek büyüklük hakkında bir söylev verdi. Ertesi sabah aynı trenle işe giderlerken karşılaştığı Cemal’e onu nasıl popülerlik peşinde koşan biri olarak gördüğünü söyleyip, büyüklük hakkındaki tatsız sözlerle dolu vaazını başından sonuna dek ona da tekrarladı.
·
13 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.