Gönderi

Polis suçüstü yakalamak için sürekli olarak onları gözetlemekteydi. He­nüz bu işlere yeni başlamış kişiler olarak, bilgiden çok şevke sahip oldukları için, yakalanmaları hiç de güç olmadı. Bir ajan provokatör cemiyetin içine sızmayı başarmıştı. Bu kişi tarafından saptanan yeni bir üyenin kabul töreni için tüm üyelerin bir araya geldiği bir günde, polis eve baskın yapıp hepsini yakaladı. Vatan’ın diğer üyeleriyle birlikte Mustafa Kemal de İstanbul’un ünlü Kızıl Zindan’ına3 kapatıldı. Durumu çok ciddi görünüyordu. Polisin elinde ona karşı pek çok kanıt vardı. Diğerlerinden ayrılarak tek başına bir hücreye ka­patıldı. Gelecek karanlık görünüyordu. Eğer Padişah onun tehlikeli olduğuna kanaat getirirse, ortadan kaldırılabilir, yıllarca hapislerde kalabilir ya da sür­gün edilebilirdi. Ondan önce birçok kişi Kızıl Zindan’dan arkalarında en ufak bir iz bile bırakmadan ortadan kaybolmuşlardı. Zübeyde, kızıyla birlikte Selanik’ten onu görmeye geldi. Görüşme iznini alamadılarsa da, ona bir miktar para göndermeyi başardılar. Haftalarca pis ve böceklerle dolu, dar bir hücrede kapalı kaldı. Tavana yakın bir yerdeki küçük demirli pencere, hücrenin tek ışık ve hava kaynağıy­dı. Hücre hapsi ruhunu karartmış ve onu adeta vahşileştirmişti. Günün birinde hiçbir uyarıda bulunulmaksızın, hapishanenin arkasında­ki Harbiye Nezareti’nde bulunan ismail Hakkı Paşa’nın bürosuna götürüldü. Kirli hücrede geçen haftalarına karşın, iki askeri polisin arasında dimdik bir vücutla hazırolda duruyordu. Paşa bir süre oturup onu seyretti. Bu, eski rejimin bir paşasıydı; sakallı, giysileri bol ve biçimsiz, tavırları yavaş ve azametliydi. Padişahın güvendiği, yakın adamlarındandı. Uzun süren suskunluğunun ardından, sonunda, “Şimdiye kadar büyük yeteneklere sahip olduğunu gösterdin” dedi, “eğer istersen, padişahımız efendimiz hazretlerinin hizmetinde olarak önünde güzel bir gelecek var. Ama öte yandan, kendinin ve üniformanın şerefini lekelemiş durumdasın. Şimdiye dek en kötü şöhretli kişilerle birlikte kumar oynayıp içki içtin, kötü kadınlarla düşüp kalktın. Siyasete ve padişahınıza karşı vatan hainlerinin yı­kıcı propagandasına karıştın. Arkadaşlarını da aynı şeyi yapmaları için teşvik ettin. Buna rağmen efendimiz merhamet göstermeye karar verdi. Genç ve akıl­sızsın. Gerçekten kötü olmaktan çok, dik başlı ve heyecanlısın. Şam’daki bir süvari alayına gönderileceksin. Geleceğin tümüyle oradan senin hakkında gönderilecek raporlara bağlıdır. Artık bütün bu saçmalıkları ve aptallıkları bir yana bırakıp, askeri görevinizle meşgul olacaksın. Dikkat et; ikinci bir şansın olmayacak.” Aynı gece Mustafa Kemal, polis tarafından Suriye’ye giden bir vapura bindirildi. Annesini ya da arkadaşlarını görmesine izin verilmemişti. Sekiz günlük zorlu bir yoluculuğun ardından Beyrut’a çıktı ve Lübnan dağlarını atla geçerek, Şam’daki alayına katıldı. Alayını, Şam’ın güneyindeki dağlarda yaşayan ve devamlı isyan halinde­ki Dürzîlere karşı bir sefer hazırlığı içinde buldu. Bu sefer, Mustafa Kemal’in faal askerlik yaşamının ilk deneyimi oldu. Ancak, aslında gerçek bir asker için pek de doyurucu bir görev değildi. Ülke, suyu ve yolu olmayan, dar ve derin derelerle bölünmüş, tümüyle çıplak kayalıklardan ibaret, kıraç bir ara­ziden ibaretti. Dürzîler ise, arazinin her karışını çok iyi tanıyan, son derece vahşi, yola gelmez dağlılardı. Türk birlikleri günlerden beri sarp kayalıklarda güçlükle ilerlemekteydi; ancak, ne düşmanı yakalayabiliyor, ne de ona yaklaşabiliyordu. Dürzîler ke­sinlikle çatışmaya girmiyor; tehlikeyi hisseder hissetmez hızla uzaklaşarak dağılıyor, ardından dik kayalıklarda pusuya yatarak, gece gündüz Türk birlik­lerini avlıyorlardı. Dürzîlere bir ders vermek üzere Türklerin yapabildikleri tek şey, boş ve yoksul Dürzî köylerini ve ekinlerini yakmaktan ibaret kaldı. Bundan sonra kışı geçirmek üzere Şam’a döndüler.
·
5 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.