Meclis tutanaklarında açıkça anlaşıldığı üzere, İkinci Grubun üzerinde ısrarla durduğu konu, meclis egemenliğinin giderek Mustafa Kemal'in şahsında kişisel egemenliğe dönüşmesi tehlikesidir. Yine anlaşılan odur ki, İkinci Grubun Mustafa Kemal'in şahsında karşı çıktığı durumun, esasında Mustafa Kemal'in bizzat kendisiyle de ilgisi yoktur. Onlar, otoriter bir rejimi çağrıştıran her türlü gelişmeye muhaliftirler ve dolayısıyla egemenliğin kişilere devredilmesini sert şekilde eleştirip, böylesi muhtemel bir gidişatın muhalifliğini yapmaktadırlar. Onların, o günlerin şartlarında dile getirdikleri problem; Meclis Başkanlığının, Başkumandanlığın ve Heyet-i Vekile Reisliğinin aynı kişide toplanmış olmasıdır. Bu durum, yakın geçmişte Enver, Cemal ve Talat paşaların kişisel yönetimleri de hatırlanınca, bazı milletvekillerinin zihinlerinde oldukça haklı nedenlere dayanan kuşkuların oluşmasına yol açar. Bu bazı milletvekilleri, geçmiş tecrübeleri göz önünde tutarak, bütün yetkilerin tek bir kişinin elinde toplanmasına şiddetle karşı çıkarlar. Ancak, ilginçtir, İkinci Grup üyelerinin otoriter bir rejime yönelebilecek girişimlere muhalefetleri şiddetli bir şekilde devam ederken, Birinci Grubun bazı önemli üyeleri ise kişisel egemenliğin meşruluğunu ve hatta ondan da öte zorunluluğunu ispatlamanın gayreti içerisinde olurlar. Bunlardan İzmir mebusu Mahmut Esat (Bozkurt) Bey, bir konuşmasında kuvvetler ayrımının uygulandığı ülkelerin hiçbirinin başarıya ulaşmadığından ve kısır kaldığından söz eder. Mahmut Esat Bey, görüşünü desteklemek için, solidarist korporatizmin ideologlanndan Duguit'den bir aktarma yaparak görüşünü destekler: "Hukuk ulemasından Duguit diyor ki, kuvvetler ayırımı tabiatta Hıristiyanlığın teslisi gibi hayal kabilindendir. Teslis nasıl mümkün olmayan bir hayal ise, kanun alanında ve uygulamada kuvvetler ayırımı da öyle mümkün olmayan hayal olmuştur.