Kitap Mor Çatı'ya başvuran yüze yakın kadının yaşadıklarına dayanarak yapılan bilimsel mahiyetteki bir araştırmadır. Bu, yazım diline de yansımış, bu nedenle akademik yayın okuyoruz hissi duyuyoruz. Kitabı pdf formatında okudum, bu açıdan sıkıntısı yazıların çok küçük olmasından dolayı güçlük çekmem oldu. Ara ara kendini tekrarlayan yazıların olmasının da etkisiyle detaylı olarak bakamadığım, göz gezdirerek geçtiğim kısımlar oldu.
Çalışmanın sonuçlarından birisi fiziksel şiddete uğrayan kadınların özellikleridir:
Evli
Yaş ortalaması 30
Ortalama 2 çocuk sahibi
Evlenmesi nedeniyle eğitimi ve mesleki kariyerini bırakmış, çalıştığı işten ayrılmış
Büyük bölümü medeni nikahlı olmakla birlikte karma nikahlı (medeni+dini nikah) ve salt dini nikahlı olanlar
Çoğunluğu evliliğinin ilk 10 yılı içinde
Benim özellikle dikkatimi çeken bir özellikse, şiddetin evlenmeden önce ve henüz evliliğin ilk günlerinde başlamasıdır. Bunda dikkat çekici yan bence, kadının henüz evlilik bağı ile bağlanmamış olmasına karşın gördüğü şiddeti yadsıyarak veya kendince birtakım nedenlerle ileride düzelecek önemsiz sorunlar gibi algılaması oldu. Bunda tabi, ailelerin etkisi veya toplumda olası itibarın düşme tehlikesi de vardır. Lakin yine de henüz evlilik bağı olmadan bu şiddet üzerine ayrılsalar aileden veya toplumdan görecekleri tepkiler çok yüksek bir perdeden gelmez diye düşünüyorum. İlk günlerde başlamasının dikkat çekici yanı ise genel kabul gören bir anlayış vardır, balayı geçmeden hatta evliliğin üzerinden üç beş ay geçmeden ciddi sorunlar çiftler arasında meydana gelmez ama burada görüyoruz ki, henüz ilk günde şiddeti oluşturacak son derece ciddi sorunlar bulunuyor.
Maddelerden bence en önemlisi kadınların evlenmek üzeri eğitimlerini veya işlerini bırakıyor olmalarıdır. Bunun yaşanmasında, ailelerin, toplumun yapısının, evlenilen erkeğin talebi etkili olmaktadir ama bununla birlikte yer yer kadınların da kendiliğinden bırakıyor olduğu örnekler bulunuyor diye düşünüyorum. Nedeni ne olursa olsun bu durum, kadının ileride yaşayacağı sorunlar karşısında aciz ve çaresiz bir hale düşmesine neden olur. Çünkü şiddete meyilli bir erkeğin kadın üzerinde hakimiyetini kurmasında önemli bir etken bence kadının ekonomik özgürlüğünün olmamasıdır. Aynı duruma erkek açısından bir örnek vermek gerekirse, bir erkek eğer ekonomik özgürlüğünü sağlayamamışsa gerek aile gerek toplum içinde psikolojik açıdan sözünün kıymet görmediğini hisseder. Bunu bir de her açıdan ikincil bir konuma itilmiş olan kadınlar açısından ele alırsak durumun vehameti daha iyi anlaşılır. Bunun sonucunda kadın, şiddet görse de buna dayanmak zorunda olduğunu hatta bir süre sonra gördüğü şiddetten sorumlu olanın kendisi olduğu yanılgısina kapilabilir. Buna ek olarak mevcut ataerkil toplumsal yapı yüzünden gördüğü şiddeti dillendirmemesi, ne de olsa onun kocası olduğu, aile içinde sorunların aile içinde kalması gerektiği, ailenin ne olursa olsun bozulmaması gerektiği gibi hakim anlayışlar da göz önüne alınacak olursa kadının durumu daha da kötüleşmektedir. Bilhassa çocuk da varsa kadının çaresizliği bir kat daha artmaktadır. Çünkü kadın bu sefer çocuğum için şiddete katlanmak zorundayım yanılgısina kapilabilir. Ailesine bile yaşadığı şiddeti anlatsa onlardan da çocuklarının geleceğini düşünmesi telkinini görebilir. Haliyle şiddet gören kadın kendini bir hapishanede hissetmeye başlayabilir. Kitaptaki çalışmalarda ele alınan bir husus da buna eklenince hapishanenin duvarlarının dayanıklılıği birkaç kat daha artar. Bu husus, polis ve benzeri kurumlarda şiddet gören kadınlara aynı ailelerin verdiği telkinlerin verilerek şiddeti aile içi özel bir sorun olarak görmelerinin söylenmesi veya bu hissin verilmesidir.
Kadına yönelik şiddetin sadece fiziksel şiddetle sınırlı olmadığı şiddet gören kadınların anlatımında kendini çok iyi göstermektedir. Sözlü şiddet de en az fiziksel şiddet kadar zarar vermektedir. En başta kadının öz saygısını yitirmesine neden olarak erkeğin kadın üzerinde kurmak istediği hakimiyete giden yolu adım adım oluşturmaktadır.
Şiddet gösteren erkek profilinde ise altı ısrarla çizilen nokta, sanıldığının aksine şiddet gösteren erkeklerin toplum içinde sorunlu olarak karşılanan insanlar veya salt psikolojik açıdan sorunları olan insanlar olmadığı tam tersine "dışarıda bir melek" gibi olan, saygınlığı bulunan, eğitim düzeyinin orta veya yüksek olabildiği, toplum içinde saygın veya iyi meslek olarak tabir edilen işlerde çalışabildikleri, ekseriyetle işsiz değil bir işi olan insanlar olduklarıdır. Bununla birlikte şiddet gösteren erkekleri salt psikolojik açıdan sorunları olarak görmenin, şiddet sorunun temelinde bulunan etmeni göz ardı etmemize neden olduğunun altı çizilmiş. Bu temel sorun, cinsiyetler arası güç dengesizliği, kadın ve erkeklerin farklı sosyalleşmeleri, aynı fiziksel çevrede büyüyor veya yaşıyor gözüküyor olsalar da olgusal olarak farklı çevrelerde büyüyor veya yaşıyor olmaları, bu ataerkil yapı içinde erkeğin doğal bir hükümranlığının bulunduğu hissinin her açıdan veriliyor olması, tam tersi olarak kadına ise her açıdan ikincil bir konumda olduğu hissinin veriliyor olmasıdır. Bu konuda kitaptan şu alıntı son derece önemlidir: "İslam uzmanı Nsar: Müslüman aile Müslüman toplumun bir minyatürüdür … aile reisinin otoritesi de Allah'ın otoritesinin bu dünyadaki temsilcisidir." Ardından da benzer şekilde denilerek şu sonuç çıkarılıyor: "Ataerkil otoriter aile, Türk toplumunun bir minyatürüdür … aile reisinin otoritesi de devletin özel alandaki temsilcisidir." Ardından da "kültürün akılcılıktan, akıl yürütme yetisinden yoksun diye tanımladığı; dinin ikincil konuma ittiği; hukukun kadını gözetmediği bir toplumdayız. Bu durumda aile içi şiddet, Türkiye bağlamında meşru kılınmaktadır."
Sorunun temeli olarak görülen ataerkil otoriter toplum yapısından bir örnek vermek istiyorum: erkek çocuğuna sünnet düğünü yapılır. Bu düğün, genel olarak oldukça gösterişli olur. En önemlisi de artık ilgili çocuğun "erkek" olduğu bangır bangır lanse edilir. Bu noktada düğünün gösterişi, gösterilen ilgi henüz çocuk yaştaki erkeğin mevcut toplumsal yapıya uygun formatta bir erkek olmasına giden yolda önemli bir virajı temsil eder. Bu düğünlerden sonra çocuğun sünnet edilmiş penisinin fotoğraflarının evin duvarlarına asılarak adeta onore edildiği, sergilendiği görülür. Yani salt erkek olması üzerinden onore edilir. Sonra, sünnet derisinin ilgili yerlere gömülmesi temalı çeşitli ritüeller de yaşanır. Ama bir kız çocuğunun regl dönemine girmesinde böyle bir töreni geçelim, aksine regl döneminin herkesin bildiği sır olarak anlaşılması gerekliliği her açıdan hissedilir. Tabi, bence ne erkek çocuğuna ne kız çocuğuna salt cinsiyetleri üzerinden onore edici bir tören yapılmamalıdır. Hatta bence henüz kendi kararlarını verecek yetilerde olmayan bir erkek çocuğunun sünnet de edilmemesi gerekir. Her ne kadar sünnetin faydali bir şey olduğu haberlerini yer yer duyuyor olsak da bunların bilimsel açıdan ne kadar sağlam olduğu şüphelidir. Eğer dinde yeri olmasa ben, sünnetin faydali olduğu haberlerini duymazdık diye düşünüyorum. Ayrıca sünnetin erkek çocuğunda psikolojik sorunlara neden olabileceği veya bir temel teşkil edebileceğini düşünüyorum. Buna ek olarak az önce ifade ettiğim nedenlerden ötürü toplumsal açıdan da zararlı bir öğe olduğunu söyleyebilirim.
Buna benzer örneklerin sayısı artırılabilir. Örneğin; kız çocuklarının küçük yaşlardan itibaren prenses formatında büyütülmesi, aşırı korunmacılık, buna karşın erkek çocuklarının padişah formatında büyütülmesi, nispeten daha çok tanınan serbestlik hatta aile içinde erkek çocuğunun kız çocukları üzerinde hakimiyet kurması veya üstün bir konumda bulunmasının doğal bir olgu olduğu hissinin verilmesi birer örnektir.
Aynı çalışmalarda aile içi şiddet görmüş veya gözlemlemiş erkek çocuklarının ileride şiddet göstermelerine daha sıklıkla karşılıyor. Buna ek olarak ben, psikolojik etmenlerin tamamen yadsinmamasi gerektiğini de düşünüyorum. Şiddet olgusu tek bir etmene indirgenemez, temel etmenin de mevcut toplumsal yapı olduğu görülebilir lakin psikolojik etkenlerin de tamamen yadsınamamasi da gerekir. Tabi psikolojik etmenler de birçok açıdan yine mevcut toplumsal yapıyla ilişkilidir.
Daha değinilecek pek çok husus var, ama ben burada bitiriyorum. Kitabı herkese tavsiye ediyorum.
İyi okumalar.