Gönderi

Kumandayı devreder etmez Mustafa Kemal yola koyuldu. En kısa yol ol­duğunu düşündüğü için Fransa’ya geçtiyse de burada daha kısa yolun Avus­turya ve Romanya’dan geçtiğine karar vererek yönünü değiştirdi ve Karade­niz’e indi. Sürekli yardım gördüğü içini daha Aralık’ın ilk haftasında İstanbul’a ulaşmıştı bile. Her şeyi karmakarışık bir halde buldu. Türk orduları tüm sınırlarda ezil­mişti. Kuzeyden Sırplar kontrolsüz bir biçimde ilerlemişlerdi. Güneyden sal­dıran Yunanlılar Selanik’i ele geçirmişler, yirmi beş bin tutsak almışlardı. Bul­garlar, İstanbul’a doğru ilerleyerek toplarıyla kentin sadece 25 kilometre dı­şındaki Çatalca’da bulunan istihkâmları dövmeye başlamışlardı. Başkentin birkaç kilometre dışı ve Bulgarlarca kuşatılmış olan büyük Edirne istihkâmla­rı haricinde Türkler Avrupa’dan süpürülüp atılmışlardı. Tüm bu felaket ortasında bir tek aydınlık nokta vardı. Rauf Orbay isminde genç bir deniz subayı, kumandanı olduğu yaşlı “Hamidiye” kruvazörüyle Çanak­kale Boğazı’nın hemen ağzındaki blokajı aşıp geçmişti. Düşman savaş gemi­leri peşindeyken, Ege Denizi’nde dolanıp şurada burada ortaya çıkarak bir li­manı bombalıyor ya da bir nakliye gemisini batırıyordu. Ulusal bir kahraman haline gelmişti; ama bu yiğitlik gösterilerinin genel yenilgi üzerinde hiçbir etkisi olmuyordu. İstanbul yaralılarla dolup taşmıştı: Hastaneler, kiliseler, camiler, evler hep onlarla doluydu. Ülke baştan aşağı düzensiz mülteci kalabalıklarının oluştur­duğu kamplarla dolmuştu. Yiyecek organizasyonu tamamen ortadan kalk­mıştı. Binlerce insan kolera ve tifüsten ölüyordu; binlercesi de açlık ve so­ğuktan. Politikacılar hâlâ iktidarı kapmak için aralarında ağız dalaşı yapmak­la meşguldüler. Kısacası ortada olayları denetim altına alabilecek ya da yön­lendirebilecek istikrarlı bir hükümet kalmamıştı. Mustafa Kemal büyük bir kaygıyla ailesinden haber almaya çalışıyordu. Selanik’ten gelen pek çok göçmeni buldu. Ona kentin büyük bir zorbalığa uğradığını anlattılar. Yunanlılar yakalayabildikleri tüm sivil Türkleri öldürmüşler çevredeki tüm köy ve kasabaları da yağmalamışlardı. Sonunda anne­sini ve kız kardeşi Makbule’yi mülteci kamplarından birinde buldu. Bir oda kiralayarak onları İstanbul’a getirdi. Zübeyde altmışının üstün­deydi. Geçen yıllarla şişmanlamıştı, gözleri de iyi görmüyordu. Selanik’ten kaçışları sırasında Makbule’yle birlikte açlık ve soğuktan çok acı çekmişler­di. Yaşlı kadın bu süre içinde hızla kocamıştı. Oğlunu görmek onu fazlasıyla memnun etti. Onun kendilerini İstanbul’a götürmesine sessizce boyun eğdi; ama orada hiç huzur bulamadı. Bütün gün boyunca odadaki divana bağdaş kurup oturuyor, öne arkaya sallanarak Allah’a dua ediyordu. Selanik kâfir Yunanlıların elindeydi, akrabaları katledilmişti; evi elinden gitmişti; sahip ol­duğu her şeyi kaybetmişti. Tam anlamıyla mahvolmuştu. Ailesini yerleştirir yerleştirmez Mustafa Kemal Harbiye Nezareti’ne duru­munu bildiren bir yazıyla başvurdu. Gelibolu Yarımadası’nın daraldığı bo­ğazda, Anadolu kıyısında yer alan Bolayır önlerindeki istihkâm hattını tutan tümenin kurmay başkanlığına atandı. Bu çok önemli bir mevkiiydi. Bulgarlar buradan hücum edecek olurlarsa Boğazların kontrolünü ele geçirerek Asya’daki topraklara giden yolu açabilir ve İstanbul’un dış dünyayla bağlantısı­nı kesebilirlerdi. Mustafa Kemal, General Sava Savof komutasındaki Bulgar birliklerinin saldırısından hemen önce Bolayır’a ulaşabildi. Buradaki istihkâmlar elli yıl önceki Kırım Harbi sırasında ingiliz mühen­dislerin inşa ettiği hattın alelacele onarılan kalıntılarından ibaretti. Bulgarlar hatta hiç durmaksızın saldırıyorlar, Türklerse inatçı bir sabırla bu hattı tamir ediyorlardı. Çatışmalar son derece şiddetli cereyan eden bu çatışmayı, sade­ce tüm cephelerde geçerli bir ateşkes durdurabildi. Bundan sonra olaylar hızla gelişti. Büyük Devletler bir barış konferansı yapılması çağrısında bulundular. Balkan Devletleri, İstanbul dışında Avrupa’daki tüm Türk topraklarının aralarında bölüşmeleri için kendilerine veril­mesini talep ettiler. Bulgarlar da Edirne’nin derhal kendilerine teslim edilme­sinde ısrarlıydı. Türkler kendi aralarında bölünmüşlerdi. Titrek bir ihtiyar olan Sadrazam Kâmil Paşa’nın önderliğindeki bir grup, her ne pahasına olursa olsun, barış­tan yanaydı. Diğerleri, özellikle de genç subaylar hiçbir yerin teslim edilme­mesini istiyorlardı. Ayaklanmalar, politikacıların entrikaları, kaos almış yürü­müştü ve ortada olaylara yön verebilecek hiçbir güç bulunamıyordu. Bütün bu kargaşanın ortasında Enver, Trablusgarp’tan döndü. Hiç zaman kaybetmedi. ittihat ve Terakki Cemiyeti’ni toplantıya çağırdı, genç subayları çevresine alarak bir heyet-i vükela toplantısı sürerken Bâb-ı Ali’ye girdi. Kendisini durdurmaya çalışan Harbiye Nazırı Nazım’ı vurdu. Kâmil Paşa ve diğer nazırları revolveriyle kovalayarak Cemiyet’ten Talat ve Cemal’in yanı sıra Sadrazam yaptıkları Mahmut Şevket Paşa ile birlikte kontrolü ele geçirdi. Hiçbir şekilde zaafa izin vermedi. Politikacıların bir kesimi ona muhalifti; onları astı. Ayaklanmaları bastırdı ve Balkan Devletleri’yle barış görüşmeleri­ne girmeyi kesin şekilde reddetti. Ancak, Bulgarların kuşatması altındaki Edir­ne’yi kurtarmak önündeki temel sorun olarak hala duruyordu. Düşmana mev­zi değiştirtmek için büyük bir manevra planladı. Bu, kendisine göre çok iyi bir plandı; Haliç’ten donanmayı çıkarıp Ege’ye gönderecek, donanmanın ateş gücünün desteğindeki Onuncu Ordu Birlikleri, Bolayır’ın biraz kuzeyindeki Şah Kuyu’ya 5 çıkacak; Bolayır Birlikleri düşmana hücum edince, Şarköy Bir­likleri de düşmanı sağ cenahtan yakalayacaktı. Bundan sonra iki kol birleşe­rek kuzeye doğru en kısa yoldan geçerek Edirne’ye gidecekti. Bu harekât düş­manı şaşırtıp bozguna uğratacak ve onları Çatalca hatlarıyla Edirne’den vaz­geçmeye zorlayacaktı. Savaş gemilerinden birinde yapılan bir kurmay toplantısında Mustafa Ke­mal de hazır bulunuyordu. Eleştirilerinde çok acımasız davrandı. Askeri is­tihbarata göre Şarköy’e hâkim tepeler Bulgarlarca ele geçirilmişti ve bu ko­şullarda yapılacak bir çıkartma son derece tehlikeli olacaktı. Bolayır Birlikleri’nin Bulgarları sürüp çıkarması olanaksızdı. Bunu yapacak olurlarsa iç hat­lara sahip olan düşman, karşılarına son derece üstün kuvvetler çıkarabilirdi. Plan iyi gibi görünüyordu; ama ayrıntılar üzerinde iyi çalışılmamıştı; pratik geçerliliği yoktu. Enver’in canı sıkıldı. Komutan kendisiydi. Mustafa Kemal’e daha az ko­nuşmasını belirterek, sadece kendisinden isteneni yapmasını söyledi. Harekât planlandığı şekilde yürütüldü. Bolayır Birlikleri’nden iki kolordu 8 Şubat’ta şafak vakti saldırıya geçti. Mustafa Kemal de bu saldırı birliğindeydi.
18 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.