Gönderi

"Kocakarı meselesi çok saçma! Evet, belki bir hataydı bu, ama sorun kocakarı sorunu değil! Kocakarı yalnızca bir hastalıktı... Ben onu bir an önce aşıp gelmek istedim. Ben bir insan öldürmedim, bir ilkeyi öldürdüm! Evet, bir ilkeyi öldürdüm, ama üstünden aşıp ötesine geçemedim, bu yanda kaldım... Yalnızca adam öldürmeyi becerebildim. Hatta anlaşılan bunu bile beceremedim... Hayır, ben dünyaya bir kez geldim ve bir daha gelmeyeceğim: "Genel mutluluk” falan bekleyemem Ben kendim için yaşamak istiyorum, yoksa hiç yaşamayayım daha iyi... Ben yalnızca, cebimdeki rubleyi sımsıkı tutup, “genel mutluluk” bekleyerek aç bir annenin önünden geçmek istemedim. “Genel mutluluğu kurmak için gerekli tuğlalan taşıyor ve bundan da gönül rahatlığı duyuyorlarmış!” Hah-hah-hah! Beni unuttunuz! Bir kez geldim dünyaya ve yaşamak istiyorum.“(Dostoyevski,Süç ve Ceza) İşte vasatı üreten ahlâkî özne ile vasatta yaşayan ahlâkî Özne arasındaki gerilim tam da Dostoyevski’nin dediği gibi ilke çatışmasına döner. Raskolnikov, ahlâkî tercihlerine dayatılmış ilkeleri yok etmenin bir aracı olarak gördüğü için yaşlı kadını öldürmüştü. Yani isyan etmek amacındaydı ama isyanı, hem benimsemek istemediği ama bir şekilde benimsemiş gibi uymak zorunda olduğu ilkelere hem de bu ilkeleri somutlaştıran toplumsal vasata idi. Bu nedenle de öldürme fiilini, yaşlı kadının parası için veya başka herhangi bir şey için değil öncelikle kendisi için yaptığını düşünüyordu. Kendisi için yaptığında da ilkelerin ölümlü olduğunu, bizi yok eden ilkelerin yok olmaya bizden daha layık olduğunu söyleyecekti. Bundan dolayı tefeci kadının birey olarak önemi yoktu. Yani çelişik bir şekilde kendi bireyliğini inşa etmek için onun önünde engel görünen ilkeyi ortadan kaldırmak, ilkenin somutlaştığı başka bireylerin yok edilmesini mümkün kılıyordu. Onun için bütün mesele, Hamlet'in meşhur ifadesiyle “Olmak ya da olmamaktır.
·
5 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.