Gönderi

Hastalıklılardır insan için en büyük tehlike: kötüler değil, “yırtıcı hayvanlar” değil. Daha en başından kazaya uğramış olanlar, ezilmişler, yıkılmışlar - onlardır, en zayıf olanlardır insanlar arasında yaşamı en fazla baltalayanlar, yaşama, insana, kendimize güvenimizi en tehlikeli biçimde zehirleyenler ve sorgulayanlar. Nerede kaçınılır ondan, insana derin bir hüzün bulaştıran o kaçamak bakıştan, baştan kusurlu doğmuş olanın o geriye dönük bakışından, böylesi bir insanın kendi kendine ne söylediğini ele veren o bakıştan, - bir iç çekiş olan o bakıştan! “Herhangi başka biri olsam!” diye iç çeker o bakış, “ama ümit yok. Neysem oyum: kendi kendimden nasıl kurtulurum? Ama ne yapayım ki - bıktım kendimden!” ... Böylesi bir kendini aşağılama zemininde, bu gerçek bataklık zemininde her tür yabani ot, her tür zehirli bitki yetişir ve hepsi de pek küçük, pek saklı, pek sahtekâr, pek yapmacıktır. Burada intikam ve kuyruk acısı duygularının solucanları kaynar; gizli saklılıklar ve itiraf edilemez şeyler havayı leş gibi kokutur; burada en kötücül komplo durmadan ağını örer, - acı çekenin, nasipli ve utkulu olana karşı kurduğu komplo; burada utkulu olanın görünüşünden nefret edilir. Üstelik bu nefreti nefret olarak itiraf etmemek için de ne yalanlar atmak! Büyük laflar, büyük edalar için ne zahmetlere girmek, nasıl da bir “dürüst” iftira sanatı! Bu nasipsizler: ne de asil bir belagat akar dudaklarından! Ne de çok şekerle kaplanmış, sahte, teslimiyetçi bir boyun eğme yüzer gözlerinde! Ne isterler ki bunlar aslında? Adaleti, sevgiyi, bilgeliği, üstünlüğü en azından temsil etmek - budur, bu “en alttakiler”in, bu hastaların ihtirası! Ve ne de maharetli kılar bu ihtiras!
·
12 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.