Gönderi

Avrupalı sanatçılar yüzyıllarca Batılı olmayan sanatı sözünü etmeye değmez bulmuşlardır. Bu kültürel üstünlük tavrı, Japon sanatı 19. yy ortalarında Paris'e ulaştığında değişti. Japon sanatı o vakte kadar hemen hemen hiç bilinmiyordu, çünkü 1639'un başından itibaren Japonlar yabancı "barbarlar"la teması kesinlikle kısıtlamışlardı (ne de olsa, kültürel üstünlüğü iki taraf da taslayabilir). 1853'te Birleşik Devletler, Edo (şimdi Tokyo) Limanı'na 4 savaş gemisi göndererek Japonya'nın tecridine son verdi. Çok geçmeden de Japon sanatı akın akın Avrupa'ya geldi. Ukiyo-e ya da tahta basma kalıplarından yapılan renkli baskılar, o sıralar Japonya'daki en popüler sanat biçimiydi ve Katsushika Hokusai (1760-1849) en ünlü ukiyo-e ressamıydı. "Sanat Konusunda Çılgın Olan Yaşlı Adam" diye çevrilebilecek Gakyo Rojin Manji adı altında çalışarak, 89 gibi olgun, ileri bir yaşa kadar yaşadı. Ölüm döşeğinde, "5 yılım daha olsa," diye bağırdı, "gerçek bir ressam olabilirdim." Hokusai manzaraları, Japon tiyatrosundan sahneleri ve aralarında güzel fahişelerle cüsseli sumo güreşçilerinin de bulunduğu tanınmış kişileri gösteren binlerce baskı yaptı. Popülerliği sayesinde Batı'da görülen ilk Japon resimleri arasında onunkiler de yer alıyordu. Empresyonistler ile post­ empresyonistler, Great Wave off Kanagawa/Kanagawa Açıklarında Büyük Dalga gibi baskıların düz renk levhaları ve narin hatları gibisini daha önce hiç görmemişlerdi ve derhal Japon etki lerini taklit etmeye koyuldular. Örneğin Claude Monet, kıskanılacak bir baskı koleksiyonu edindi ve özel­likle Japon bahçeciliğine ilgi duymaya başlayarak, Giverny'deki bahçesinde bulunan meşhur köprüyü Japon modellere dayandırdı. Monet, Hokusai'nin Fuji'nin Otuz Altı Manzarası gibi serilerinden esinlenerek, kendi saman yığını ve kil ise cephesi serilerini yaptı.
·
42 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.