Gönderi

İnsanın bireysel ve toplumsal düzlemde öte dünyacı bir anlayışla, radikal dinsel bir anlayışla bu dünyayı, maddi dünyayı keskin bir şekilde yargılaması, bu dünyanın insan tinselliği ve aklı açısından vazgeçilmez değerini yok edemez. İdeal ve maddi gerçeklik arasındaki bu bölünmüşlük, mutsuz bir bilince yol açar. İnsan dinsel inancı yoluyla Tanrı’ya yönelir ve ona kavuşma arzusuyla bu bölünmüşlüğü, eksikliği ve sonluluğu aşmaya çalışır. Ancak dünyevi olana, bu dünyaya yabancılaşmış bir bilinç mutsuz kalacaktır, çünkü insanın tinsel ve ideal varoluşu ancak maddi gerçeklikle birlikte kavranabilir, yüceltilebilir ve varolabilir. (...) Hegel, tanrısal ve akılsal olanı diyalektik bir perspektifle, maddi ve empirik gerçekliğin logosu, iç işleyiş mantığı olarak görür. İdeal doğruluk ve hakikat, maddi gerçekliğin ötesinde sınırlanmış ve göreli bir doğruluk ve hakikat değildir. Hegel için idea ve ideal doğruluk, göreli ve sonlu değil mutlak ve sonsuz doğruluktur. Göreli ve tikel olana aşkın bir mutlak, karşıtıyla sınırlanmış göreli ve tikel bir soyutlamadır. Mutlağın doğruluğu yalnızca göreli olanda içkin olmasıyla mümkündür. İdeal olan kendini maddi gerçeklikte, mutlak olan kendini göreli gerçeklikte dışavurup gerçekleştirebilir.” s. 132-133
·
2 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.