YENİ BİR İNSANLIK İNŞA ETMEK LAZIM
Aylardan haziran. ‘Ölçme - Değerlendirme’ konulu eğitim seminerindeyiz. Boğucu, leş gibi bir salonda onlarca kişi oturmuş patlıyoruz.
“Bize yeni salonlar lazım.” dedim.
Perdeye yansıtılmış yazıların aynısını okuyup bizi sıkıntıdan öldürmeye çalışan bir ‘amir’ var. “Biz kendi kendimize de sıkılırdık. Böyle seminer mi olur? Üstüne bir de para verecekler şu anlatıcıya!”
“Bize yeni anlatıcılar lazım.” dedim.
Nasıl ölçüp değerlendireceğimiz anlatılıyor. Her şeyi rakamlarla nasıl değerlendirirsin? Zaten, insanı sayılarla ölçmek de nedir? Bizden birkaç rakam almak için kıvranan onca çocuk... Geçmişte bizi kıvrandıranlar...
“Bize yeni ölçüler lazım.” dedim.
Sonra ‘pek bilgili’ anlatıcı, ön sıramda oturan on yaşlarındaki çocuğu gördü. Malum ses tonuyla, “Hanginiz seminere çocuğunu getirdi?” dedi. Salonda “gereksiz bir fazlalık” olan çocuğun, babası utandı. Bakacak kimse olmadığından getirdiğini söylerken kıvrandı. “Omaaaz!” dedi amir. “Çıkarın salondan. Yukarıda oturup beklesin!” Ama yukarısı çok yukarıdaydı. Baba yine de itiraz etmedi.
Dayanamadım.
“Yukarıda kontrolsüz kalır. Burada olsa daha iyi değil mi?” deyiverdim. Dememle birlikte baba öfkeyle arkasını döndü. “Sana kalmamış!” dedi.
Bana kalmadı mı? Ne kalmadı? Hangi dil bu? Sen demek de nasıl bir kabalık? Neyse, saniyeler içinde şifreyi çözdüm. Beni ilgilendirmezmiş yani. “Beter ol!”, diye düşündüm.
“Bize yeni babalar lazım.” dedim.
Çocuk ‘epey yukarıdaki’ yukarıya çıktı tabii. Durur muyum? Perdedeki yazılardan mahrum olma pahasına, ben de çıktım peşinden. Bir çay alma bahanesiyle şöyle bir bakarım. Yalnız kalınca belki ürkmüştür dedim. Oysa o, babasının kızdığı kadına ters ters bakıyordu ayaklarını sallarken. Gülümsedim. Biraz önce kendilerine yapılanı unutmayacaktı besbelli. Yeri geldiğinde o da bir başkasının çocuğunu çıkaracaktı salondan. Ama bu böyle olmamalıydı.
“Bize yeni çocuklar lazım.” dedim.
Can çekişmenin son aşamasına gelmiştik ki seminer bitti. Dönüp rapor yazacaktık. Öyle ya, kimsenin bilmediği gıcır gıcır bilgilerle donanmıştık! İçimin rahatsızlığıyla idare odasına çıktım. Bu verimsiz toplanmalara harcadığımız zaman yetmemiş miydi? Sözlü, yazılı, Allah ne verdiyse başladım itiraza. Nasılsa bundan bir şey çıkacaktı.
Öyle olmadı elbette. Neler neler çıktı yoluma. “Ama ben pes etmedim.” diyeceğimi sanıyorsanız yanıldınız. Pes ettim. Çünkü daha önce de aynı yoldan geçmiştim. Bürokrasiye ilk toslayışım değildi.
“Bize yeni kurallar lazım.” dedim.
Çıktım bahçeye; bir çay, bir ağaç gölgesi... İnsan değil, sadece yaprak sesi. Neyse ki dünyayı sevdiren şeyler de var. Ama gerçeklere dönüşüm fazla sürmedi. Başka yer yokmuş gibi gelip etrafımı sardı mesai arkadaşlarım.
“Ay o neydi öyle? Vallahi çatlayacaktım.”
“Her sene bir ay çekilecek gibi değil.”
“Evet evet, buna bir değişiklik şart.”
Daha fazla susamadım. “Peki niye yazılı bildirmiyorsunuz?” dedim.
“Deli misin sen? Göze batan çivi çekici yer!”
Baktım, yıldım. Yoruldum. Bize bunlar lazım değil ki.
“Bize yeni insanlar lazım.” dedim.