Doğum, öyküsüne ve anılarına varıncaya dek, son derece özel ve kadınsı bir eylemdir ve kadınlar arası sohbetlerin hiç bıkılmayan izleklerindendir. Bu olaya sahne olan ortak odanın, ya da en iyi koşullarda çiftin yatak odasının kapısı doktor hariç bütün erkeklere kapanır. Doğumun giderek bu alanında yerini alması hali vakti yerinde müşterilerin başucuna doktoru daha sık getirtmektedir artık. Yine de tarife farklılığı, gelenekler ve edep kuralları ebelerin egemen konumlarını -bir gerileme gözlemlense de- korumasını sağlamaktadır. Hastanede doğurmak yoksulluk işareti olduğu gibi, duyulan utanç ve çekilen yalnızlığı da gösterir; oraya gayrimeşru çocuk sahibi olacak genç kız anneler düşer ve önce karınlarındaki bebekten kurtulup, sonra da çoğunlukla onu terk ederler. H. Le Bras ve E. Todd'un çıkardığı haritalarında gösterdiği gibi, Batı, Güneybatı ve Merkez bölgelerinde "gayrimeşru çocuğun reddedilmesi anneyi hastaneye sürükler." Bu alandaki değişim ancak iki dünya savaşı arasındaki dönemde önce Paris'te ve ölü bebek doğurmak istemeyen (yine de Avrupa'daki en yüksek ölüdoğum oranlarından biri Fransa'dadır) en gelişmiş çevrelerde utangaç biçimde ortaya çıkacaktır. Doğum anne ve çocuk açısından genellikle dramatik bir sınav olma niteliğini korur.