Çoklarının kabul ettiği gibi 17. yüzyıl, tarih kitaplarında Akıl Çağı adıyla geçiyor. Bir sonraki yüzyıl, tahmin edilebileceği gibi, “konuşan akıl” -yani, Aydınlanma- Çağı olarak tanımlanıyor. 19. yüzyıl ise genellikle, sözün eyleme dönüştüğü Devrimler Çağı olarak geçiyor. Bugün biz 20. yüzyılın son onluğundayız ve böyle bir fin-de- siecle (yüzyıl sonu) atmosferinde defteri kapatma eğilimleri çok yaygın ve ezici. (İşte tam da bundan dolayı Jean Baudrillard, yarı şaka yarı ciddi, ölüm ilanının yazılmasıyla harcanmaya mahkûm olan bu son on yılı atlayarak doğrudan gelecek yüzyıla geçmemizi öneriyordu.) Pekiyi bizim yüzyılımız tarihe nasıl geçecektir? Acaba eylemin öldürücüleştiği “Kamplar Çağı” olarak mı?
Tabii buna karar vermek bizim işimiz değil. Nasıl ki biz atalarımızın kendileri hakkındaki görüşlerini altüst etmekte kendimizi özgür görüyoruz, gelecek nesiller de bizim düşüncelerimizle bağlı olmayacaktır. Bizim yaptıklarımız ve ürettiklerimizle bizi tanıyacaklar; bizim gayret ve meşakkatlerimizin nasıl bir kalıcı miras bırakacağını ve çocuklarımızın ve torunlarımızın bizim biyografilerimizle dolu olan ve böylece yaratılan tarihin bu bölümünde ufuk açıcı olanı değişkenden, kalıcıyı epizodikten, unutulmazı unutulabilir olandan nasıl ayıracağını biz bilmiyoruz ve bilemeyiz. Onların kararını bırakın belirlemeyi belki tahmin bile edemeyiz. Sonuçta en gizisyonu, cadı avlarını, kanlı çiftçi ayaklanmalarını ve serseri paniğini yaşayanların, ölümlerinden çok sonraları kendi çağlarının Akıl Çağı olarak adlandırılacağını anlayamamaları normaldi.
Tabii yine de kendimiz düşünmeden edemiyoruz. Bizler, biçim sizde bir biçim düşünme, algılama ve bunu “anlamlandırma”, kaos taki düzeni görme ve normal koşullarda katıksız delilik olarak görülecek olan bir şeyde bir metot sezme yönündeki insani, tamamen insani ihtiyacımızı gözardı edemiyoruz. Bütün kararların sadece anlık olmaya mahkûm olduğunu; bugünün yarının dünü olduğunu ve yarının kendi dünlerini defalarca yeniden kardığı ve düzenlediğini bildiğimiz için kendi hesaplarımızı yapmayı ve kendi kararlarımızı geçirmeyi pek beceremiyoruz. Ve 20. yüzyılın son onluğun da bunu yaptığımızda ortaya şu çıkıyor: Gölgesi en kalıcı olan ve muhtemelen çizebildiğimiz bütün resimleri gölgeleyecek olan şeyler Auschwitz ve Gulag’dır. Yaşadığımız yüzyılda pek çok şey oldu. Ve çok önemli ve gerçekten sonuçsal şeyler de genellikle habersiz ve fark edilmeden olur. Ancak bu yüzyılda olan şeylerin hiçbiri Auschwitz ve Gulag’dan daha beklenmedik değildi ve bunların hiçbiri, hepimiz gibi, kendi geçmişlerini akıl, aydınlanma ve özgürleştirici devrimler çağının durmadan ve coşku verici ilerlemesi olarak görme doğrultusunda eğitilen insanlar için bu ikisinden daha afallatıcı, şok edici ve travmatik değildi.