YOZLAŞMIŞLIĞI, CEHALETİ, FİTNEYİ, KÖTÜLÜĞÜ ÖLDÜRSEK!Cehaletin topraktan fışkırdığı, kötülüğün ellenip ayaklandığı, çirkinliğin dile gelip konuştuğu bir kitaptan herkese merhabalar!
Yıllardır kendi edebiyatımıza ihanet edildiğini düşünüyor ve hatta bu ihanete katıldığım için kendimi de suçlu buluyorum. Ancak düşünüyorum; lisede Yaşar Kemal kitabını okumayı geçtim ismini duymadık, ünivesite -ki Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü- boyunca kısa bir şekilde toplumcu gerçekçi yazar denildi, ne eserlerini tanıdık ne kendisini... Neden liselerde, üniversitelerde bu kadar değerli kalemlerimizle tanıştırılmıyoruz? Ve hatta neden edebiyat derslerinde yazar-eser ezberlerinden, eser içeriklerinden sıyrılıp kitap okutularak tahliller yapılmıyor? Üniversitede geçen koskoca 4 yılda Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatını işlemedik desem yeridir. Öğrencilerimizle ise yalnızca bireysel çabalar sonucu bu eserleri tanıştırabiliyoruz. Çooook (az demiyorum çok) şeyin değişmesi gerekiyor edebiyat dersinin işlenmesine dair. Neyse sistem konusuna girince çıkamıyorum işin içinden. Yaşar Kemal ile 2019'da Üç Anadolu Efsanesi eserini okuyarak tanıştım -kendimi bir kez daha kınıyorum- lisedeki tüm sınıf düzeylerinde zorunlu tutarak yazılı sınavda soru soracağımızı söylememiz epeyce öğrencimiz tarafından okunmasını sağladı. Bu yüzden öğrencilerimi kendimden daha şanslı buluyorum, erken yaşta tanıştılar Yaşar Kemal'le.
Kitap, başkahraman Hasan'la ilgili küçük bilgiler ve acı bir hikâyeyle başlıyor. Başlarda karmaşık bir örüntü halinde görünen kitapta taşlar yavaş yavaş yerine oturuyor. Yaşar Kemal, geriye dönüş tekniğini ustaca kullanmış, zamanda ve mekanda zikzaklar çizerek romanı bir sinema düzleminde içimize işlemiş. Bunun yanında büyülü gerçekçilik akımının etkisi de kendisini hurafeler, uydurmalar, batıl inançlarla göstermiş.
Ülkemizde sık görülen kan davası ve namus(!) cinayeti kitabın ana konusu; okurken delirdiğim, çileden çıktığım ve bu ülkenin topraklarında hala bu olayların yaşandığını bildiğim için insanımızdan tiksindiğim çok şey çıktı karşıma. İnsanların, amaçlarına ulaşmak için yalanlar söylemesi, korku yayması; bu korkulara, bu yalanlara kendilerinin de inanması ve nihayet kötülüğün amacına ulaşması... Bir çocuğu 6-7 yaşında silahla tanıştırmak, ona aklının yeteceğinden fazla yükler yüklemek... Kadın, erkek; genç, yaşlı; oğlan, kız demeden bütün köyün bir infaz için çabalaması... Ve çocuk zihninin tüm direnişlerine rağmen beyninin kirletilmesi, delirtilmesi... Hepsinden öte "iftiralar" yaratıp bunlara inanmak, inandırmak... Şöyle bir şey duyan 9 yaşındaki bir çocuk ne hisseder:
"Sen bilmiyorsun yavrum, sen çocuksun yavrum, beni dinle yavrum, çocuksun ya, büyüdün de, babayiğit bir erkek oldun, senin gibi bir yiğidin anası başka erkekleri yatağına alır mı, gel gel, daha gel de kimsecikler duymasın, anan her gece bir erkeği yatağına alıyormuş, bütün köylü görmüş, görmeyen, duymayan, bilmeyen yok. Ne dersin buna Hasan... Babanın kanı yerde kaldı, anan dünya güzeli, kimse ona kıyamıyor, kıyamasınlar. Ya sen, sen ne olacaksın, elin yüzüne nasıl bakacaksın şu dünyada? Herkes senin ananı... Sana orospu analı Hasan demezler mi sen ölünceye kadar. Ne diyorsun Hasan? Alnındaki bu kara lekeyi kıyamete kadar nasıl temizlersin Hasan?"
Olmaz demeyin, bunlar yaşanıyor Ortadoğu kültüründe. Aşağıdaki alıntıyla devam edelim:
"Köylü onun anasının orospuluğunu bir ay iki ay durmadan konuştu. Sözcükler dönüyordu kafasında Hasan'ın, güzel bir kadının bacakları, yüzü, kaşları gözleri. Ve erkeklerle sarmaş dolaş olmuş, çırılçıplak... Delirir gibiydi ya, gene de köylünün anası üstüne durup bıkmadan anlattıklarını dinliyordu. Dinlemese ölecekti. Köylü büyükanasına bağlanmıştı bir büyüyle, o ne konuşursa köylü de bire bin katarak onu konuşuyordu. Büyükanasının korkunç tutkusunun altındaydı bütün köy, Hasan da... Anası ölecekti. Anası..."
Ya şu aşağıdaki çirkinlik; dedikodu kültürünün, iftiranın ete kemiğe bürünmüş hali olan bu cümleler ne hissettirir insana?
"Ne demiş fıkara, ben bir dul kadınım, demiş, erkeklere muhtaçlığım var, demiş. Ayıptır bir oğulun anasını seyreylemesi ya, ne yapayım, erkeklere muhtacım, kocamı da öldürdüler."
"Erkeksiz de duramam, demiş."
"Duramaz o."
"Dalap Arap kısrağı gibi o."
"Bir köyün bütün erkeğini elinin altından geçirir de bir gecede..."
Bu ülkede boşanmış ya da eşi hayatını kaybetmiş bir kadın olmak hep zor olmuş ve hala da öyle. Ana babalar öz kızlarını kabul etmiyor "Bizden çıktı çıkıştı, ne yapayım dul kaldıysa" diye; "Elin piçini getirip başıma bela mı edeceksin?" diye boşanmış kızının çocuğunu kabul etmeyen ana babalar var... Ve bu yüzden, böylesi çirkin düşünceler yüzünden dayak yemesine, hakaretlere uğramasına, insan yurduna konmamasına rağmen evliliğine katlanan kadın var. Ve biliyoruz ki bu konuda medyada gördüklerimiz aslında olanın küçük bir parçası...
Dile getirmeye çalıştığım şeyler zihnimde karmakarışık, cümleleri toparlamam bu yüzden çok zor. Yazabildiklerim, hisettiklerimin ufacık bir kısmını ancak yansıtıyor şu an. Okuduğunuzda siz de benzer sarsıntılarla karşılaşırsınız diye tahmin ediyorum. Yılanı hep birlikte öldürebilmek dileğiyle, keyifli okumalar diliyorum!