Gönderi

Babasının öğüdünü yıllar boyu unutmayan Sabahattin Ali, 1945'te gönderdiği bir mektupla kendisi de bir gence şu öğüdü verir: "Çocuğum, Hikayelerinin üçünü de okudum. Hakikatleri ve hadiselerin inceliklerini görmekte ve göstermekte, şimdiden kendini belli eden bir kabiliyetin var. Hikâyecilikte en büyük meziyet olan bu vasfı kuvvetlendirrnek lazım. Hikâyeci olarak doğruyu görüp göstermekten başka bir emelin olmasın! İnsan olarak da bir dünya görüşüne sahip olman lazım. Ancak o zaman büyük muharrir olabilirsin. Gelelim düzeltmen gereken taraflarına: Hikâyelerin kuruluşu ve yürütülüşü fena değilse de, bitişleri zorlama olmuş. Bir hikâyenin herhalde mühim bir hadise, bir ölüm (?) gibi şeylerle bitmesi şart değil. Eskiden benim de yaptığım bu hatadan sen çabuk kurtulmaya bak. Bir hayat parçası ver, buna zorla hadiseler, facialar ekleme. Sonra şive taklidine pek yer verme. Kemal Bilbaşar'ın da yaptığı bu kusur( un) pek cazip değil. Mesela, pek güzel başaramadığın Konya lehçesi taklidi 'Talih' hikâyesini çok zayıflatıyor. Ancak gördüğün, kafanda ve kalbinde yaşayan şeyleri tasvir et. 'Burada karakter, şurada tabiat tasvirleri herhalde lazımdır' diyerek suniliğe ve edebiyata kaçma. Dinin halkın konuştuğu, anladığı dil olsun. Bugün sade bazı soğuk ve yapmacık muharrirlerin kullandığı kelime, tabir, teşbihlerden sakın. (Söylenmesi lüzumlu hiçbir şeyi ihmal etmeden, fazla hiçbir şey ilave etmeden hayatın hakikatlerini 'güzel' bir şekilde ortaya sermek) işte sanatın sırrı budur. Hikâyelerini ve fikirlerini bana yazarsan sana elimden gelen yardımı yapmak borcumdur. Gözlerinden öperim. Bu mektup, Sabahattin Ali'nin yazma sanatıyla ilgili önerilerinin yanında, sanat anlayışını da özetlemektedir.
·
6 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.