Kitabı anlatmaya başlamadan önce kitabı okurken zihnimden geçen türküyle başlamak istiyorum.
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma...
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül aldırma...
Mapus yata yata biter
Aldırma gönül aldırma...
Evet, tahmin edebileceğiniz üzere olay bir hapishane de geçmektedir.
Oraya Maslova adında bir kadın haksız yere düşmüştür.
Kader bu ya kızın mahkeme günü orada jüri olarak bulunan aynı zamanda kıza önceden tecavüz etmiş olan Prens Nekliudof yıllar sonra kızı tekrardan orada görmüştür.
Ve bunun üzerine vicdan azabı duyarak kızı oradan çıkarmak için her türlü yola başvurmuş, Vali' den Çar' a kadar gidip buna bir çözüm bulunmasını istemiştir.
Bu süre zarfında Prens hapishaneye Maslova' yı görmeye gide gele diğer suçluların da dertlerini dinlemiş ve onların da bir kısmının haksız yere hapse atıldıklarını öğrenmiş ve bu sefer onlar içinde bir takım çareler aramaya başlamıştır.
Prens işte bütün bunların farkına varmış ve çevresindeki insanlarla bu konularda tartışma yaratır olmuştu.
Prens, iki ayrı bölgede toprağa sahipti ve bunu köylülere nasıl adil bir şekilde dağıtacağının yollarını arıyordu. Fakat sonunda beni çok şaşırtarak topraklarını kardeşinin çocuklarına bırakacağını söylemişti. Halbuki köylülerin çaresizliğini öylesine gözler önüne sermişti ki sonunda bir çözüm bulacağını sanmıştım.
Kitaba bir eleştirim olacak o da; kitabın sonuna yaklaşmasına rağmen yeni yeni karakterler ortaya çıkarmasıydı, bence bu gereksizdi çünkü beni çok sıktı.
Diriliş yeniden uyanmanın ve etraftaki gerçeklikleri gözler önüne sermenin romanıydı, okunmaya değer.