Niceleri geldi neler istediler
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler
Sen; hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler
Bu dünya kimseye kalmaz bilesin
Ergeç kuyusunu kazar herkesin
Tut ki, Nuh kadar yaşadın zorbela
Sonunda yok olacak sen değil misin?
''... Şarkı söyleyip esiyor gece rüzgarı.
Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim.
Sevdim ben onu, o da beni sevdi bir ara
Buna benzer gecelerde sarıldım kollarımla
Defalarca öptüm onu sonsuz göğün altında...''
''Parlak yıldız, senin gibi kararlı olsaydım.
Yalnız değil, gecenin tepesinde ihtişamla asılı
ve izliyorum, sonsuz gözyaşlarım aralık,
doğanın sabırlı, uykusuz münzevisi gibi.
Akan sular, rahipler gibi vazife başında
artırırlar yeryüzünün insan kıyılarını çepeçevre
ya da gözümü diksem dağların ve bozkırların üstünde
Yeni düşmüş yumuşak karın maskesine
Hayır, kalsam hep sadık, hep değişmez
Güzel sevgilimin olgunlaşmış göğsüne yaslanmışken
Hissetsem ebediyen yumuşakça inip kalkışını
Tatlı bir huzursuzluk içinde ebediyen uyanık.
O usulca aldığı nefesi hep, hep duyayım.
Ve ebediyen yaşayayım ya da ölmekten bayılayım.''
Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.
Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
İncinirsin.
Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia.
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül-gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana...
''...Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma!
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de.''