Eriklerin en dolu olduğu dala asmış kendini, bari dökülüp ziyan olmasalar. Biliyor en sevdiğim meyve olduğunu, çocukluğumun bu ağacın tepesinde geçtiğini; biliyor her şeyi bildiği gibi. Ona kolay geliyor anason soluduğu odasında bir sarhoş olmak.
Kanepenin üzerinde ayaklarımı kıvırmış, sigara içiyorum. Dingin havaya rağmen erik ağacının dalları sallanıyor. Turgut’un kolları, rahat vermiyor dallara. Yine ağaca asmış kendini. Cılız vücudu sağa sola savruluyor.
Son kez sahneye çıkıp şarkı söyleyecektik. Şarkımız bitince annelerimize atmak için öğretmenimiz hepimize birer kırmızı gül verdi. Herkes söylerken sadece ağzımı oynatıyor, kapıdan gözümü ayırmıyordum. Arkadaşlarımın gülleri havada yarışırken, ben gülümü yavaşça cebime saklamaya çalıştım. Sapı uzundu, elimle kıvırırken dikenleri parmağımı kanattı. Kucaklarına gül düşen annelerin yüzlerinde tebessüm, gözlerinde yaş vardı. Annemin gülümseyerek ağladığını hiç görmemiştim.
İlkbaharda canlanan doğaya bakıyorum, Turgut kafasını kaldırıp, bir üst daldaki yaprağa ulaşmak için kan ter içinde kalan tırtılı görse...Vazgeçer miydi ölüme dokunmaktan.