Desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır
Rüzgarların en ferahlatıcısı senden esiyor
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini
Ormanların en kuytusunu sende görmekteyim
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm
Sende tattım yemişlerin cümlesini
Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar
Martin Eden ismini ilk duyduğumda arkadaşıma o ne demiştim ismi bana bir kitap ismi gibi değil de bir bilim adamı, ünlü bir yazar gibi gelmişti. Biraz araştırınca ve son zamanların popüler kitapları arasında yer alınca kitabı almak istedim.
Kitabın başında bir kitap kahramanına aşık olacağım hiç aklıma gelmemişti.
Roman, yarı otobiyografik bir romandır.
Kitap aslında bir aşk üzerine kurulu gibi duruyor fakat mesajları anlamak zor değil. Zengin kız, fakir erkek aşkı aynı zamanda aristokratlar grubu, işçi sınıfı ve çatışmalarını anlatıyor.
Martin ve Ruht’un karşılaşması tam olarak şans eseri gerçekleşiyor. Her şey bir akşam yemeğinde Martin’in Ruht’u görmesi ve onu insan üstü varlık olarak nitelendirmesi ile başlıyor. Bu nitelendirme zaten Martin’in içindeki aşkı anlamlandırmamıza yetiyor.
Martın’ın Ruth’a ulaşmak için, o zengin Sınıf içerisinde var olmak için verdiği mücadeleden bahsediyor. Tanrı olarak gördüğü sınıfın içerinde var olduktan sonra Martın nefretini dile geriyor ve onların içinin boş olduğunu anlatıyor.
Kitabın sonunda ise Martın istediği her şeye sahip oluyor ve bunalıma giriyor.
- Bir taşın kalbini eritebilecek kadar çok sevdim seni.
Bu kitabı özetleyen bir alıntı cümlesi sadece bu olabilir diye düşündüm.
Martin EdenJack London · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202391,9bin okunma
İnsanı ve ruhun arayışlarını nihai halleriyle ele alıyor, en uzak güneşleri ve gökkuşaklarını bizzat görmek için karanlık uzayın en derinlerine uzanıyordu.
Bu hayatın ötesinde bir hayat yoktu ona göre;
hayat o anda ve oradaydı, sonrasıysa sonsuz kör karanlıktı. Oysa kızın gözlerinde gördüğü şey ruhtu… hiçbir zaman ölmeyecek olan ebedi ruh.
Haruki Murakami’nin kaleminden ilk defa bir eser okudum. Galiba ilk eser olarak bu kitabı seçmekle hata yaptım çünkü övüldüğü yönelerin hiç birisini göremedim. Türk Edebiyatında Post modern anlayış çerçevesinde Oğuz Atay ile bir tutulan bir yazar olması galiba beklentiyi çok yükseğe taşıdı.
Kitap beklediğim bir dilde değildi salaş, normal, estetik kaygı güdülmeden yazılmıştır. Kitabın ortasına kadar bir şeyleri anlamlandıramıyorsunuz fakat bu sizi yormuyor veya sorgulamanızı sağlamıyor. İnsanın mutluluğunu gözden geçirmesi, hayatın amacı, mükemmel olamayacağını anlatmaya çalışıyor bir nevi.
Beklentimi karşılamadı fakat bizi yormadan bir çırpıda okunabilecek güzel bir kitap.
“Kuşkusuz her mezarın kendine göre bir anlamı var.”