Ruha kin, usanç, isyan veren, her şeyi biçimsiz, sahte gösteren gözleri bulandıran sükut etmiş ümitlerin hatırasıyla bütün arzuları kıran, mantığı çığırından çıkaran, iradeyi felce uğratan ve yalnız öfkeyi tatlılaştıran bu veremli hassasiyete düşmandı. Fakat ondan güç yakayı kurtarıyordu. Her genç gibi yığın yığın yazdığı hatıra defterlerinin hiçbir sahifesi yok ki, üçbeş satırında kuvvetli bir şikayet akisleri bulunmasın. Bunları okudukça sinirlenmiş, sinirlendikçe yine böyle yazmıştı. Ruhuna hiçbir gün tahakküm edemedi, macerayı sevmediği hâlde maceraperest, bedbinliği sevmediği hâlde bedbin, parayı sevmediği hâlde ona muhtaç oldu.
Biraz sonra, genç adamın etrafındaki bütün ışıklar söndü. Bu derin loşluk içinde yalnız Muazzez’i görüyordu. Yalnız, Muazzez’in bin gümüş zerre ile parlayan baygın ışıklı gözlerini görüyordu.
Bu gözler, Nihad’da ziyafetten kalan en canlı hatıra oldu.
Kapıyı çekerken, aralıktan, Muazzez’in gözleriyle karşılaştı. Bu bakışlar, öyle mânâlıydı ki, Nihad’ın hiç hatırından çıkmayacaktı. Bazı, uzun nutuklardan fazla bir de his, fikir uyandıran sabit, parlak, temiz bir bakış: Gönlün en kuvvetli ifadesi.
“Mahzun gönül! Sükût et! Güneş bulutların arasında da neşr-i envâr eder. Senin bahtın da herkesin bahtı gibidir: Her hayatta fırtına saatleri, kederli, mazlum günler olmak gerek!”
.., şaşırmaktan içi bir davul gibi uğuldayan ve boşalan sesli başını ağır ağır önüne sarkıtıp, senelerden beri hep apansız, umulmaz, yepyeni vaziyetleri muhakeme etmekten yorulan zihninin muvakkat bir felci içinde iyice bekledi. Sonu hep müphem istikametlerden hiçbirini tercih etmediği için yürüyemiyordu.