"Her şeyi biliyorum" dedi. "Bunaldım. İnsan gövdesiyle çarpmıyor kötülüğe. Yüreğinden alıyor yarayı. Bencillik, yalan, hırs, kabalık... İnandıklarını koruyabilmek için çırpına çırpına tükeniyor akıl. İnceliğin nasıl bir yanılsama olduğunu görmek için başını kaldırmak yeterli. İçindeki iyiliğe yenik düşüyorsun. Kırk boğuntu halkasında geçtim, her birinde seni biraz daha isteyerek. Geldim ve bulgun yüzün kırk birinci acım oldu. Tuhaf değil mi insanın gücü sevdiğine yetiyor. Benim biricik ayrıcalığımsın oysa. Sana işgal desem dünyayı nasıl tanımlarım ben. Damla kendini tamamladı ve gelip sana damladı. Hepsi bu..."
Eskiden hayatı hızlı yaşayıp ağır ilerliyorduk, şimdi, ağır yaşayıp hızlı ilerliyoruz. Geri dönüşü olmayan bir yolmuş yaşamak...
Birhan keskinin de dediği gibi, "merdivenleri üçer beşer çıkmanın sevinci yok içimde."
Sahi nerde o sevinç?
Merdivenleri üçer beşer çıktığım, merdiven korkuluklarıdan kayarak indiğim, takvim yapraklarından gemiler, çamurdan oyuncaklar yaptığım, kocaman bir ağaca salıncak yapılan ipte sallanırken ki heyecanım ve daha niceleri, şimdi neredeler?
Öyle değil mi... eskiden mutlu olmak ne kadar kolay ve basitti...ve mutlu olduğumuz derece hayat yaşanır şekildeydi başka keyifliydi...
eskiden az şeyimiz vardı ama mutluyduk şimdi çok şeyimiz var ama o azın mutluluğu yok...
ızlı yaşıyoruzz hayatı ama ne tadı ne tuzu eskisi gibi
"caddeye bir taşıt huzmesi düştü görüyor musun
bak bakalım beni mi arıyorlar
ya da ne geziyorlar gecede yarasa gibi
bakarken görünmesin göğüslerin pencereden
yollar bir çift gül görmeye alışık değil...
birazdan tan atacak geceyi yırtarak yine;
saçların dağınık, her yanın ter içinde...
/feride,
sen bu kadar akıllının içinde
nasıl, nasıl delisin böyle/..."