İkinci el pazarında yalnız kalmış bir kitaptı. İncecik kitap okuyalım bakalım farklılık olur diyerek aldım. Başlangıçta beğenmedim sebepleri tartışılır elbet ama açıkçası tamamlamayı da düşünmüyordum. Biraz daha deneyeyim derken "ağrıyan" metinleri okuduğuma değdi dedirtti. Çok gerçek bir betimle, trajikomik bir hal...
— Aslında sorun, beni anlamaman dedi. O, yılgın, kızgın, kırgın...
— Ben, derken, kendimden söz etmiyorum. Genel anlamda ‘ben kavramından dem vuruyorum dedi Öbürü, demli çay gelirken.
— Böyle tek sözcük ve soru işareti katkılı, hammaddesi hesapçılık olan konuşmalarından bıktım!.. Ne yani, ben de herkes gibi bir şeylerden bıkamaz mıyım?
“ Xeme Teyze Türkçe bilmez. Radyo dinlemez. Film dinlemez, bakar. Üzülür o filmin, o acıklı sahnesinde. Çünkü kavuşamaz aşıklar... Anlaşılır bu sözsüz kısımlar... Xeme Teyzenin kendi diliyle ağlayacağı film henüz yapılmadı.”
“Çay bahçesindeki kadın, seninle ışıkları söndürmekte mümkün. Kendimi sana anlatma çabası, çayın demi kadar içten... Ve sancılarıma ortak etmek seni... Havar, demek sana, havar ki ucunda ölüm var. Sarı saçların köpüklü gibi sanki, uzun... Onlara, misal, Halepçe' yi anlatmak. Adının Kürtçe' deki anlamını soruyorsun bana... Hatırlamıyorum. Havar, diyorum sadece. Havar ki ucunda ölüm var. Soykırımlarda dul kalır geceler, türkü olurlar. Ama senin haberin yok. Sıralarını savarlar, sır olurlar. Ruhun duymaz, maneviyatın üşümez..."