Onların “Evde canım sıkıldı.” deyip, alış-veriş merkezlerini arşınlamak gibi bir adetleri yoktu. Hayatlarının merkez üssü evleriydi. Bundan rahatsız da olmazlardı. Her anne, çocuğuna her şeyden önce Allah rızası için hizmet ederdi. Kadınlar anne olmayı büyük bir nimet olarak görür, anne olunca da yorulmaz, usanmaz çocuklarını kimselere emanet etmezdi. Şimdi olduğu gibi toplumda, “çalışan kadın” ve “bakıcı/ temizlikçi kadın” diye iki ayrı sınıf yoktu.
Allah Rasulü sallallâhu aleyhi ve sellem , okulun ve evin “müfredatından” çıkarılınca hayatta muvazene bozuldu, millet ehramında keskin kırılmalar oldu. En büyük hasar ailede yaşandı. Ahiret için divane olan ebeveyn gitti, yerine dünya için savaşan “şirket bireyleri” geldi. Küçük yaşta başını örten, annesinin seccadesinin yanında namaza duran, üç yaşında “ayıp” dendiğinde yüzü kızaran kız çocukları birden çekildi dünyamızdan. Onlar gitti, diz kapağının şu kadar üzerinde etekler giyen liseliler, üniversiteliler geldi. Sesini nâmahrem duymasın diye ağlarken dahi sessiz ağlayan kadınların yerinde; sokakta, okulda mini etekle vücudunu teşhir eden ve bu teşhirle sanki, “Ey sokaklar, şahit olun ki her erkeğin bana bakma hakkı mahfuzdur.” diyen zavallılar var.
Reklam
Biri Kızımın Adını Sorsa
Sokakta biri bana kızımın adını sorsa onu vururum.” diyen milletin evlatları, bu gün sokakta ya da ekranda arz-ı endâm yarışında. Sokakta, çarşıda, sahnede hasılı hayatın pekçok noktasında arz-ı endâm var. Artık başörtülü kadın da her gün kıyafetini biraz daha tesettürden çıkarıp “teberrüc”e dönüştürdüğü örtüsüyle sahnede, sokakta, iş hayatında kariyer edinme yarışında. Evine misafir geldiğinde kadınları ayrı, erkekleri de ayrı odada ağırlayan Müslüman bir baba, kızının fakültede araştırma görevlisi olması için çalmadık kapı bırakmıyor. Kızının, yetmiş yaşındaki erkek akranlarıyla aynı odada oturmasına “haram” diye karşı çıkan bir baba; en çekici haliyle, yirmi yaşlarındaki delikanlıların karşısında ders anlatması için tavassut peşinde. Nereden nereye... Allah Teala bizlere niçin ve hangi amellerimizden dolayı “nusret” etsin?!
Hangi Hayat Yaşanmaya Değer?
Üç yaşında “ayıp” kelimesini duyunca hayadan yüzü kızaran kız çocukları da bu ümmetin evlerinde büyümüştü. Hatırlayın! Büyük ablalarınız her gece babalarınızı kapıda karşılar, hal-hatır ederdi. Yaşı otuzun üzerinde olanlar okula annelerinin yamadığı pantolonla giderdi. Ailede para yoktu fakat kanaat ve huzur vardı. Kadını “özgürlük” gibi tahrik edici kelimelerle evden aldılar, büyük bir ihanetle onu soyup, koyun gibi kasap vitrine astılar. Şimdi saçının bir telini bile göstermekten haya eden kızlar yerinde pastanelerde erkeklerle yan yana oturanlar var. Tesettürlü oldu- ğunu zanneden çıplakların sayısı ise her geçen gün artmakta. Allah Rasulü’nün konuşulduğu evlerde aile önem kazanmış; küçük şefkat, büyük ise saygı görmüştü. O’ndan uzaklaştıkça da dünya hırsı, şehvet ve şöhret marazı büyüdü, bugün insanlığı yutacak hale geldi. Babaannenin duasını almak için aralarında tatlı münakaşa yapan çocuklar mı, feribotta erkekle sarmaş dolaş halde ninesine, “Dön yerine ihtiyar!” diyen üniversiteli kız mı? hangisinin hayatı yaşanmaya değer? Resmi kabul merasimlerinde, tesettür olduğunu zannettiği kıyafetlerle eşinin yanında dikilip, erkeklerle tokalaşan ve bunu da büyük bir kazanım olarak gören kadın; bu haliyle mi daha huzurlu, yoksa bir erkekle karşılaştığında “haya”dan yüzünün kızardığı günlerde mi daha huzurluydu?
Her Müslüman evi bir İslâm okuludur. Babalar ve anneler de o okulun öğretmenleridir. Anneler bir lisan merkezinin bir yılda öğretemediği dili bir yaşındaki çocuğa öğretecek kadar başarılı muallimelerdir. İslâm, evladı için hem bir öğretmen, hem bir muhafız, hem bir mürşid olan anneyi alır; baba, irfanıyla nerelere kadar çıkabildiyse onu da oraya kadar yü- celtir. Erkeklerin önünde “üsve-i hasene” olarak Hz. Ebûbekir varsa, onların arasında da meleğin bizzat selam verdiği Hz. Âişe var.
.. Okulda, ders arasında gördüğü her arkadaşına tebliğde bulunan, “Allah var, sana seni soracak.” diyen mübelliğelerin imamesi Ümmü Şerik’tir. Ümmü Şerîk’in çağdaş talebeleri her boşluğu davalarını anlatıp bir kişinin hidayetine vesile olmak için fırsat olarak kabul ederler. Kapılar yüzlerine kapansa da, önlerine engeller konsa da onlar yürüyüşlerine devam ederler, her durumda asıl vazifeleri olan “kulluğun” gereğini yaparlar.
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.