Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
İhvan-ı Müslimin'in Mısır'daki Genel Mürşid'i olan Muhammed Hamid Ebu Nasr, Filistin davasının İslami bir dava olduğunu, bir halka ya da ulusa ait bir dava olmadığını düşünmektedir. Bu nedenle hiç kimse kendisinde “taviz verme, indirime gitme ya da Filistin toprağını peşkeş çekme hakkını görmemelidir.” Ebu Nasr'a göre davanın İslamileştirilmesi şu anlama gelmektedir: “Filistin'de bir karış taviz vermek hıyanettir, topraklarımızı kendi arasında bölüşen sahte bir devlete riza göstermek ise hıyanetten de beterdir. Toprağımızı işgal eden, kanımızı akıtan düşmana karşı savaşımızda sembol olarak gördüğümüz İslami şiarlar dışında bir şiar aramak ya da uluslararası konferanslar gibi yollara ve süreçlere başvurmak, uluslararası heyet dehlizlerinde serseri mayın gibi dolaşmak ve kınama, protesto etme ve eleştirme gibi (hiç bir ciddi etkisi olmayan) beyanatları övmek için kalem oynatmak... İşte bunların hepsi olsa olsa savaştan kaçma, mücadeleden yüz çevirme ve arkasını dönüp kaçmaktan başka bir şey değildir."
"Fısıltıylada söylenmiş olsa can kulağını açan herkes onu duyuyor,duymak istemeyenin vay haline, sağır olana değil hakikati duymak istemeyene acıyın. İhvan ve islam
Reklam
Birbirine bağlılık ve iç içe girme İslam geleneğinin en belirgin özellikleridir. Nitekim bu durumu geleneksel ilimleri sınıflandıran ve aralarındaki bağlantıya ve karşılıklı bağımlılığa anahatlarıyla işaret eden klasik eserler açıkça göstermektedir. Fârâbi'nin İhsân'i-“Ulüm (İlimlerin Sayımı) ve İhvân-ı Safâ'nın Resalinden (Risaleler) İbnü”l-Nedim'in Fihrist'ine ve İbn Hazm'ın Merâtibü”l“Ulüm'una (İlimlerin Merbeleri), Taşköprüzade'nin Miftâhü s-Se'âde'sinden (Mutluluğun Anahtarı) Hacı Halife'nin Keşfu z-Zunün'una (Yanlış Zanları Açığa Çıkarmak) varıncaya kadar, pek çok eser farklı yönelişlerine rağmen geleneği oluşturan ilimleri birbirini tamamlayıcı ve birbirine bağımlı unsurlar olarak ele alırlar (TM, 89-90). Örneğin İbn Hazm Merâtibü'l-“Ulüm'da, “İlimlerin hepsinin birbiriyle bağlantılı ve birbirine muhtaç olduğunu” ilan eder.! Benzer şekilde Gazâli Mizânü'l-'Amel'de (Davranış Ölçüsü) öğrenciye şu aşağıdaki tavsiyede bulunur: "Öğrenci bütün ilimlere bir kerede dalmamalı, |ilimlerin| düzenine uymaya özen göstermeli, önemliden daha önemliye olmak üzere tahsile başlamalıdır. Daha önceki bir ilmi iyice öğrenmeden sonraki ilme geçmemelidir, çünkü ilimler sistematik (darüriyyen) olarak düzenlenmiştir, bazısı bazısına araçtır. Başarılı öğrenci bu yapılandırılmış sıralamaya dikkat eden öğrencidir.”92
Dilin bal bal demekle ağzına tat gelmez ey ihvan Kamû âzaları Allah diyen gelsin bu meydane Kelâmî kalbten Allah de seni dîvane sansınlar Seherler zikredip lezzet alan gelsin bu meydane youtu.be/Ytb3Pq1x27Y?si=...
Erler künyesinde ihvân mısın sen Sîreti sûreti insan mısın sen Söyle ki tefsir-i nişân mısın sen Yoksa gönül gözü virâne misin
Uyuyanlar Uyansın Diye
Hâce Arif-i Rivegerî k.s., Buhara yakınlarındaki Riveger köyünde miladî 1165 yılında doğmuştu. Dünya ömrü yüz yıla yakın sürdü ve bunun önemli bir kısmını insanları irşad ile geçirdi. Yetiştirdiği binlerce müridi sebebiyle ona “Pîşuvâ-yı Ârifân”, yani “Ariflerin Önderi” denildi. Son derece hilim sahibi, müsamahalı bir veli idi. Kimseyi incitmez, herkese rıfk ile muamele ederdi. Hayli uzun süren irşad hizmetiyle Hâcegân yolunu Türkistan coğrafyasının dört bir yanına ulaştırdı. Hâce hazretlerinin bağlılarının çokluğu üzerine bazıları tarikate girmeyi kalabalığa karışmak zanneder oldular. Onlara zikrullahın esas olduğunu hatırlatmak gerekiyordu. Bu sebeple Hâce Ârif-i Rivegerî k.s., ömrünün sonlarına doğru, halifesi ve kendisinden sonra emaneti devralacak olan Mahmud Fağnevî hazretlerine cehrî zikri talim ettirdi. Hâcegân yolunda hafî zikir esastı. Mürşidi Hace Abdülhâlik-ı Gücdüvanî hazretlerinden böyle öğrenmişti. Ama şimdi uyuyanları uyandırmak zarureti hasıl olmuştu. Kendisi artık yaşlı ve hasta olduğu için bu uyarma işini Halifesi Mahmud Fağnevî hazretlerine havale etmiş, ona “Riveger tepesine çık yüksek sesle zikir çek. İhvan seni duysun ve bu yola niçin girdiklerini hatırlasın.” buyurmuştu. Her zaman, “Cenab-ı Hak bizleri, hepimizi, dünya ve ahiretin efendisi, insanların en yücesi, en hayırlısı Resulullah Efendimiz s.a.v.’e tabi olmak saadetiyle şereflendirsin!” diye dua ederdi. Duası icabet bulan veli kullardan biriydi ki Rasul-i Zîşân’ın izinde yürümekle şereflendi, bağlılarının da o şerefe ulaşmasına vesile oldu. Kaynak: Semerkand Dergisi, Mayıs, 2012
Reklam
"Sizlersiniz ey kavm-i Macar bizlere ihvan [dost] Ecdâdımızın müşterek menşei Turan, Bir dindeyiz, hepimiz hakperestan. [Hakk'a tapan] Mümkün mü ayırsın bizi İncil ile Kuran? Cengizleri titretti şu âfâkı serâser Timurları hükmetti şehin şahlara yekser Fatihlerine geçti bütün kişver-i kayser. ” [Cengizleri titretti şu afakı baştan başa Timurları hükmetti tüm hükümdarlara Fatihlerine geçti tüm kayser ülkeleri]
Sayfa 164Kitabı okudu
İHVAN-I MÜSLİMİN
Kendileri için isim arayışlarını sürdürürken bizler, tek derdi kardeşlik olan bir topluluğuz, Allah da “ Müminler ancak kardeştir!” buyurarak bizi kardeş ilan ediyor. Bu halde adımız “İhvan-ı Müslimin-Kardeşler” olsun dediler. Ve bu saatten sonra “İhvan-ı Müslimin” olarak Mısır sosyal ve siyasal yaşam alanlarında var olmak için çalışıp çabaladılar.
Sayfa 48 - Yüksel YayıncılıkKitabı okudu
Geri199
1.500 öğeden 1.486 ile 1.500 arasındakiler gösteriliyor.