Her bitirdiğim kitapta bir dostumu daha kaybetmişim gibi hissediyorum. İster mutlu hayatlarına devam etsinler, isterlerse hayatın acı denizinin derinliklerinde kaybolsunlar. İçimde bıraktıkları his aynı.
Bir süre için birinin tüm hayatına tanık oluyor zaaflarını, iyi olduğu şeyleri, nelere üzüldüğünü, en sevdiklerini sevmediklerini, saçlarını, ağzını yani onda ne varsa onu öğreniyorsun, şansın varsa o sen oluyorsun ya da anlattıklarından biri. Beni bir yerden alıp başka bir yere fırlatıyor, kaldırıp kendine gel deyip ağlatıyor. Tutkularını deşiyor, anneni özlüyor, yaşadığın aşkın anlamını soruyor, sevmek sevilmek istiyorsun.
Bir kitap bunların hepsini yapıyor ve bittiğinde, bir daha aynı şekilde hissetmeyeceğini biliyorsun.
Sonra tüm karakterleri ayrı ayrı öpüp, özleyeceğimi söylüyorum.
Sonra kendime bir bira söyleyip, kendi boşluğumu arıyorum.
Kitabın sonlarına doğru Jack London bıçağı saplamıştı zaten Martin ve Ruth'un yüzleşmelerinde ve Martin'in herkesle hesaplaşmasında ama en sonunda o bıçağı 5 tur çevirdi kalbimde. Böyle bir son beklemiyordum. Martin'e sarılmak isterdim şu an. Bir roman kahramanıyla ancak bu kadar empati kurulabilir sanırım.
Martin'e, üne kavuştuktan sonra saygı duyan ve kendi sosyal çevrelerine kabul eden burjuva takımının o haline anlam veremeyip "Neden yiyecek hiçbir şeyim yokken karnımı doyurmadınız? Ben o zamanlarda yazdım tüm eserlerimi, o zamanlarda da aynı Martindim" diye sorguladığı bölümde herkes kendi örneklerini bulmuştur okurken. Ya kendisi yaşamıştır ya da çevresinde tanık olmuştur güçlü ve popüler olanın yanında yer alabilme yarışına.
Ve "Dünya hassas kalpler için bir cehennemdir" gerçekten. Bu yüzden de " Ölüm acı vermezdi. Hayattı, hayatın sancısıydı bu feci, bu insanı boğan his" diye düşünüp inatla öldü Martin. Yaşayıp daha fazla acı çekmemek için.
Martin EdenJack London · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202390,2bin okunma