Zerdüşt koştu, koştu da başka kimseyi bulamadı, yalnız kaldı ve üst üste hep kendini buldu; yalnızlığını kana kana içti, içti de tadını çıkardı ve saatlerce iyi şeyler düşündü.
Zerdüşt en çirkin insanın yanından ayrıldığında, üşüyor, yalnızlığını duyuyordu: içinden öyle soğuk, öyle yalnız şeyler geçiyordu ki, bu yüzden gövdesinin üyeleri dahi üşümüştü!
“İnsan ne kadar zavallı” diye geçirdi gönlünden, “ne kadar çirkin, ne kadar hırıltılı, gizli utancı ne kadar çok! Bana, insan kendini sever diyorlar: ah, ne kadar büyük olmalı bu öz sevgisi! Bu sevginin karşısında ne büyük bir hor görü var!”
İnsanlar arasında susuzluktan ölmek istemeyen, bütün bardaklardan içmeyi öğrenmelidir; insanlar arasında temiz kalmak isteyen, kirli suyla yıkanmayı dahi bilmelidir.
Gözlerinin içine baktım geçenlerde, ey hayat! Dipsizliğe gömülüyordum sanki. Ama sen beni altın bir oltayla çektin çıkardın, alay edercesine güldün, sana dipsiz dediğimde. “Bütün balıklar öyle derler” dedin; “dibini göremedikleri şey dipsizdir onlarca.”
İnceldikleri, soğuklaştıkları zaman, ruh değildir onları incelten ve soğuklaştıran, — kıskançlıktır. Kıskançlıklarının belirtisi de şudur: hep fazla ileri giderler; öyle ki yorgunlukları, en sonu, karda uyumak zorunda kalır.
Dostun biri sana kötülük ederse, şöyle de: “Bana ettiğini sana bağışlıyorum, ama kendine ettiğini, — onu nasıl bağışlarım!” Böyle buyurur her büyük sevgi: o bağışlamayı da, acımayı da alt eder.