Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Bir insan doğar doğmaz ölmeye yetecek kadar yaşlanmış olur.
Heidegger
İnsana verilmiş olan hayat "canlı" kalmakla sınırlandırılabilir türden bir hayat değil. İnsan hayatı yalnızca anlamıyla, o anlama doğru tutturulmuş yönle (sırât-ı müstakimle) farkına varılabilir türden bir hayat.
Reklam
Bilgece yap. Yani koruyarak, yani için titreyerek, yani yıkılmasın diye. Tutkuyla yap. Sana verilen yaşama gücünü kullan. Yılmadan, bilgece ve tutkuyla. Önce yap, sonra açıklarsın.
Yılma ki sıcaktan kavrulana gölgen, suda boğulana elin erişsin.
Demek ki meselenin merkezinde buyruk veren gücün buyruk alışı yatıyor. Buyruk veren güç buyruk verme hakkını korumak için buyruk alıyor. Buyruk verme hakkının tartışılmasını istemediği için de buy­ruğun muhtevasının tartışılmasına izin vermiyor. Buyruğun muhtevasını tartışamayan millet buyruğa uymak suretiyle bir çıkış yolu arıyor. Tıpkı sokak lam­basının altında kaybettiği anahtarı arayan adam gibi. Adama anahtarı nerede düşürdüğünü sorduklarında, bulunduğu yerin biraz ötesini göstermiş. Peki, neden anahtarı düşürdüğün yerde aramıyorsun demişler. Adam "orası çok karanlık, hiç birşey görünmüyor" diye cevap vermiş. Biz de öyle yapıyoruz şimdi. "Tâbi-metbû ilişkisini tartışmamız yasak. Biz de yasak ol­mayan şeyleri tartışıyoruz. Daha doğrusu yasakçının yasakçı vasfına dokunmadan konuşuyoruz. Düşünceler serfediyoruz, ama düşünce özgürlüğünü elde etme ko­nusunu dışta bırakarak. Politik atılımlar peşindeyiz, ama yasaklı politika yapmayı peşinen kabullenerek. Kimliğimize sahip çıkmak istiyoruz, ama kişiliğimizi geliştirme imkanlarını feda ederek.
Türkiye'de çeşitli düşünceler var; ama düşünce öz­gürlüğü yok.
Reklam
Düşünce özgürlüğünün daha iyi tanındığı, demok­ratik hakları kullanma alanının genişlediği, insan kişi­liğinin gelişmesi yolunda mesafe katedilen bir Türki­ye'de mi yaşıyoruz? Hayır, kesinlikle hayır. Bugünkü Türkiye dar kalıplarla düşünenlerin, demokratik hak­ ların neler olduğunu dahi bilmeyenlerin bağımsız ve özgün kişilik kazanmaktan korkanların ülkesidir.
Tarihin yükü herkes ka­dar müslümanların da sırtında. Ama acaba Müslümanların mevcudiyeti sadece kültürel bir mevcudiyet­tenmi ibaret?
Önce bu ülkede yaşayan herkesin önem taşıdığı bir hayat tarzı inşa etmek zorundayız. Yani her yurttaşın birinci sınıf yurttaş olduğu bir Türkiye. Bu görevin ak­satılmasına yol açan her eğilim aksaklığın devamını isteyen eğilimdir.
Bir ülkede enflasyonu durdurmayı başara­cak bir güç doğmamışsa veya o ülkede enflasyonu az­dırmak suretiyle güçlenen zümrenin borusu ötüyorsa o ülkenin dünya siyasetinde oynayacağı rol sürekli ola­rak başkalarının oynatacağı rol olacaktır. Bir ülkede}ke top­raklarının çölleşmesine, eğitim kurumlarının sefaleti­ne bir çare bulamıyor, daha korkuncu, çare aramıyorsa o ülkenin dünya siyaseti muvacehesinde "irade" sahibi olduğunu, olabileceğini söylemek saçmadır.
Reklam
PolonyalIlar sosyalizmi şöyle tarif ediyormuş: "Sosyalizm kapitalizmden kalkarak kapita­lizme varmak için katedilen uzun ve meşakkatli bir yoldur."
Toplum hasta, çünkü biz insanlar kaderimizin ken­di elimizde olduğu varsayımına uygun davranıyoruz. Karşımıza çıkan meselelerde çözümü yine o işi mesele hâline getirenden bekliyoruz. Kendimizi "müstağni" saymasak bile, kendi istiğnasından güç alarak hareket edenlerle birlikte yaşamayı reddetmiyoruz. Onlarla birlikte hareket ediyoruz. Dost bildiklerimize pratik çareler öneriyoruz. Onlara hakkı ve sabrı tavsiye etmi­yoruz. Çünkü dostlarımız bizden pratik çareler bekli­ yor ve nedense sabrı artıracak, hakkın yolunu genişle­tecek bilgiye sahipmiş gibi davranıyorlar.
Biz kendi felaketimizi üretiyoruz. Felaket sadece bizim çalışmamızdan beslendiği, sistemin ayak­ta duruşunun bedelini bizler ödediğimiz için felaketi­mizi finanse ediyoruz
bir pazarlık yapalım sizinle ey insanlar! Bana kötü bana terkettiğiniz düşünceleri verin o vazgeçtiğiniz günler, eski yanlışlarınız ah, ne aptalmışım dediğiniz zamanlar onları verin, yakınmalarınızı
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.