Çürümüş bir ağaç gövdesi; ne büyük bir hazine!... Siyah ve mavi mantarlar ona kulak takmış, kırmızı asalak bitkiler onu yakutlarla süslemiş, başkaları da ona sakal vermiş.
Bu maviye, bu mavi dalgaya, herkeslerin yüzüstü bıraktığı ilkbaharın bu mavi yıldızına rastlamak, ıssızlıkla beslenmiş, onurlanmış ve şiddetle arzulayan kendi sevincimden ötürü mü?
Bunların arasında bir çiçek vardır ki, bütün yüreğimi sarmıştır. Uzun, onurlu parlak ve dayanıklı bir çiçektir, mavidir. En uç yerinde küçük küçük ve koyu mavi çiçekler sallanır.
Kaybettiğim kadına ve beni kaybetmiş bir kadına yazılmış hüzünlü mısralar. Bu dişinin kanında hiç durmadan öfkenin volkanı kaynıyordu. Ne yüce bir gece, ne yalnız bir dünya!
İnsan, hayatında bazı şeyleri unutur. Benim de hayatımda unuttuğum anılarım vardır. Onlar toz olmuştur ya da kırılan bir bardağın artık birleştirilmeyen parçaları gibidir.
Doğru: savaşlardan ve kanlardan arınmıyor dünya, kinleri bir yana bırakmıyor. Doğru. Fakat doğru olan bir başka şey de var, yavaş yavaş iyice anlaşılıyor: zorbalar kendi suratlarını aynada görüyorlar ve bu suratı kendileri bile güzel bulmuyor.
Yalnızlık... Bir hapishanenin kalın duvarları gibi sertti bu yalnızlık. Kafanı ne kadar vurursan vur, istediğin kadar haykır ve ağla, kimse senin yardımına gelmiyordu. Mavi gökyüzünün ve altın rengi kumların ötesinde, balta girmemiş ormanların, yılanların ve fillerin gerisinde, su kenarlarında türküler söyleyen ve çalışan, ateş yakan ve topraktan çanak, çömlek yapan insanların, ateş dolu kadınların koskoca yıldızların ışığında çırılçıplak uyuduğunu hissediyordum. Yüreği hiç durmadan atan bu dünya beni nasıl karşılardı? Bir dost, ya da bir düşman gibi mi?
-Mavi Sakal masalındaymışız gibi. Meyvalarla dolu bir bahçe fakat girilmesi yasak, kapısı kilitli bir oda.
-Bunun gibi bir şey. Yasaklanmış ağacın elması gibi.