Bundan birkaç yıl önce, daha lisenin başında okuduğumda da çok etkilemişti beni Dokuzuncu Hariciye Koğuşu. Kendimde bir şeyler bulmuş, ruhumun derinliklerinde hissetmiştim bu bedbaht gencin acısını.
Şimdi yıllar sonra tekrar okuduğumda da aynı şeyleri hissettim, ancak bu kez daha çok özümseyerek... Yine aynı derin üzüntüyü, o büyük umutsuzluğu buram buram kokladım sayfalardan. Özellikle son sayfalarda o içinden çıkılmaz iç sıkıntısını neredeyse ben yaşamışım gibi göğsüm daraldı.
O ıstırabı kabullenişi, "Burada ıstıraba ve tevekküle o kadar alıştım ki, onları bırakırsam ruhumun bir parçası kesilmiş gibi boşluk duyacağım..." diyecek kadar çaresizlik içinde kalmış olmayı hayal bile edememekle beraber anlayarak okudum.
Kitabın otobiyografik özellik taşıyor olması, onu benim için daha da etkileyici hale getiren unsurlardan biri oldu.
Bunların yanında, 80 yıl önce yazılmış ve neredeyse 90 yıl önce yaşanmış bir acının, aşkın, çaresizliğin günümüzde bile bu kadar bizden, bu kadar tanıdık olmasına da şaşırdım okurken. Neden ölümsüz bir kitap olduğunu her sayfada tekrar tekrar anlayacaksınız.
Çok kısa sürede ve elinizden bırakamadan okuyacağınız, bir gün hastahanelerde okunmak için yazılmış bir roman.