Siyaset dünyası, güç ve sayılma açlığı
nın nasıl da asla doyurulamadığının mü
kemmel bir örneğidir. Tatmin edilemez,
asla tamamıyla doyurulamaz bu açlık. Bu
insanlar ne kadar çok güce sahip olurlarsa,
zorlama bir tekrar süreci içinde, kaçmaya
çalıştıkları o en baştaki iktidarsızlık, acizlik duygularını yeniden canlandıracak eylemlere girişmek için o kadar cesaret bulurlar: Hitler bunu sığınağında,
Stalin paranoid korkularında, Mao halkı
tarafından sonunda reddedilişinde,
Napolyon sürgünde, Miloşeviç hapiste,
Saddam Hüseyin iktidardan küçük düşürücü bir biçimde düşüşünde bulur. Bu
adamları, elde ettikleri gücü, nihayetinde
onları acizliğe ve güçsüzlüğe gömecek
kadar suistimal etmeye sevk eden neydi?
Bence bu onların bedenlerindeydi;
bedenleri, çocuklukta hissettikleri ikti
darsızlık, acizlik bilgisini taşıyordu; bu
bilgiyi hücrelerinde sakladılar, bu bilgiyle
yüzleşmek için kendi sahiplerini zorlamak
üzere yola çıktılar. Ancak çocukluklarına
dair bu gerçek, bu diktatörlerin kalplerine
öylesine bir korku aşılamıştı ki hakikatle
-kendi hakikatleriyle-yüzleşmektense,
insanların hepsini silmeyi, milyonlarca
insanı yok etmeyi tercih etmişlerdi.