artık ne mutlu ne de mutsuzum. her şey geçip gidiyor. bu zamana kadar yaşadığım, soğuk bir cehennemi andıran sözde "insan" dünyasında tek gerçek şey bu. her şey geçip gidiyor.
Benim yaram öyle seninki gibi bir gönül meselesi değil, bir ömürlük sancısı olan dermansız bir yaradır. Varsa iki parça derman dilinde sen söyle, ben dinlerim."
Hayatımın en anlamsız çağındayım. Ağlasam bir nedeni, gülsem bir sebebi yok. Öyle boş, bir o kadar da doluyum ki. Anlatsam anlatılmaz, içime atsam içime sığmaz. Kaçsan kaçılmaz, kalsan kalınmaz. Aslında yol o kadar yakın ki,ama oraya asla varılmaz...
Bazen insan bir şarkı nakaratında veya bir şiir mısrasında kendine denk gelip sadece derin bir iç çeker. O iç çekiş basit bir iç çekiş değil, dile getirilmeyen bir çok şeyin yansımasıdır...
Dostoyevski" insancıklar" adlı kitabında: "Çok tuhaftı, ağlayamadım. Ama ruhum paramparça olmuştu." diyor. insanın içine atmasının, güçlü görünmeye çalışmasının en yorucu hali bu olsa gerek...
Hayat insanı her şekilde sınar. Bazen vazgeçmen gerekir, bazen düşmen. Umutla girdiğin yollardan bir sokağa çıkmaman gerekir. Acıya karşı hissizliği öğrenmek için. Olmadığında zorlamamak için. Bazen büyümek gerekir. Yokuşlardan düşmek, tekrar ayağa kalkabilmek için...
Ağlamak için gözden yaş mı akmalı? Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı? Sevmek için güzele mi bakmalı? Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı? Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır? Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı? Hırsızlık; para, mal mı çalmaktır? Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı? Solması için gülü dalından mı koparmalı? Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı? Öldürmek için silah, hançer mi olmalı? Saçlar bağ, gözler silah, gülüş kurşun olamaz mı?