Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Kanaatkarlık demek, yani Elhamdülillah çok şükür bak bugün Allah bana yumuşak bir buğday ekmeği vermiş mis gibi kokuyor, pamuk gibi yumuşak bide şurda tuz var bak buna banıyorum yiyorum oh Elhamdülillah karnım doydu, ne güzel, bu ekmeği bile bulamayan kaç gün aç kalan insanlar varmış zavallılar, bak ben bu yumuşacık ekmeği buldum pamuk gibi felan şükrediyor.. Ötekisi güler buna, "Adama bak, tuz ekmek yiyor hala şükrediyor, o yediği şey mi, alem baklava yiyor börek yiyor, kızartma yiyor şöyle yapıyor böyle yapıyor" felan diyebilir ama bu napıyor Elhamdülillah diyor çok şükür diyor, tuz ekmeğe razı oluyor, çorbaya razı oluyor.. Ben çok öyle hatırlarım yaz tatilinde çalıştığım yerlerdeki kimselerden.. Bir çorba ısmarlıyor, lokantaya giriyor dörtte bir ekmek alıyor, dörtte bir ekmeği çorbanın içine tıkıştırıyor tıkıştırıyor, bölüyor bölüyor borcumuz ne kadar diyor kalkıp gidiyor, tek bir çorbayla işini idare ediyor.. Mahmud Esad Coşan (k.s)
Dost istersen “Allah (c.c.)” yeter. Yârân istersen “Kur’ân-ı Kerîm” yeter. Mal istersen “Kanaatkârlık” yeter. Düşman istersen “Nefis” yeter. Nasihat istersen “Ölüm” yeter.
Reklam
"ÇOCUKLAR: "MÜŞTERİLİK ÖĞRENCİSİ!.."
- "Reklâmcılık yüzyılın son çeyreğinden itibaren, giderek daha da oburlaşan bir iştahla çocuklara yöneliyor ve çocukluğu muhasara altına alıyor. Bazı araştırmalar üç yaşında bir ABD’li çocuğun ortalama 100 markanın logosunu tanıdığını gösteriyor. Elektronik medyanın yaygınlık kazanmasıyla reklâmcılar anne babayı bir kenara iterek, kolaylıkla etki altına alabilecekleri çocuklara doğrudan konuşmaya başladılar. Televizyonun girdiği her ev artık fethedilmiş bir toprak parçası gibiydi, reklâmcılar "vaad edilmiş topraklar"ı olan çocukluğa kolayca erişebiliyorlardı. Göz telkine yatkındır, görülen şey daha kolaylıkla arzu edilir. Çocuklar için istenmesi elzem şeyler bir resmi geçit hâlinde gün boyu televizyon ekranından akar gider. Şirketler artık çocuklara yeni bir rol biçmişlerdir, onlar "müşterilik öğrencisi"dirler; arzu etmeyi, ihtiyaç hissetmeyi, sâhip olmayı, sâhip olmakla geçici de olsa bir mutluluk ve tatmin bulmayı öğrenmelidirler. Bu süreç ancak manevî değerlerin tersyüz edilmesiyle işler: Kanaatkârlık, özdenetim, tasarruf ve sebatkârlık gibi geçmiş değerlerin içi boşaltılır ve çocuk, David Riesman’ın deyişiyle, "Pepsi-Kola ile Koka-Kola arasındaki farkı bilmek üzere eğitilir". Anne ve baba, reklâmcılık endüstrisi tarafından bir kenara itilir, onların görevi çocuğun talep ettiği ürünlerin parasal kaynağını sağlamaktan ibârettir..." [Kemal Sayar “Reklamlar, Çocuklar ve Oyuncaklar” isimli denemesi]
“Payına düşenden fazlasına tamah etmeyen tokgözlü,mutmain insanlarız. Sorun, kanaatkarlık dünyevi malûmatı hakir görmeye meylettiğinde çıkıyor. Kadir-i Mutlak Allah’a(c.c.) duyduğu güvenle nefsini emniyete alan mutmain, O’ndan başka kimseyle meşgul olmayı nafile saydığında “bu dünya”nın da bir “ayet”olduğunu unutabiliyor. Oysa biricik gezegenimizi 21.yüzyılın arsız baronlarına teslim edip en başa dönmeye,bozkıra iltisaklı dilsiz ve mütehammil “Yaban”a rücu etmeye razı değilsek, “bu dünya”ya dair gerçekleri organ nakleder gibi rikkat ve özenle birbirimize nakletmek, masumiyetimizin ölümcül dezavantaja dönüşmesini önlemek zorundayız. İşleyebileceğimiz en büyük günah, birbirimize kayıtsız kalmamızdır.” #AlevAlatlı#Fesüphanallah
Eşyalaşan Hayatlar
Modern hayat her şeyi eşyaya dönüştürüyor. Bunu en çok reklam sektörüyle yapıyor. Bir kişi olabilmek için bir şeyler yapmayı değil bir şeylere sahip olmamız gerektiğini söylüyor. Modern hayat bir şeyler satın almamızı, en iyisini almamızı çünkü buna değeceğimizi söylüyor. Eskiden sadece yetişkinlere yönelik reklam yapılırken, günümüzde çocukları
Simurg Efsanesi
Kuşların hükümdarı olan Simurg, bilgi ağacının dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş.  Bir gün dünyanın bütün kuşları bir araya gelip, kendilerini yönetmesi için bir padişah seçmeye karar vermişler. Hüthüt, kuşların Simurg adında bir padişahı olduğunu söylemiş ve bütün kuşlar Simurg'u aramak için yola çıkmışlar. Simurg’un yuvası, Kafdağı’nın tepesindeymiş. Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmaları gerekiyormuş. Fakat zamanla yorulup, Hüthüt'e mazeretler söylemeye başlamışlar. Hüthüt, hepsine doğru ve ikna edici cevaplar vermiş, Simurg’un olağanüstü özelliklerini ve güzelliklerini anlatmış. Söylenenlere ikna olan kuşlar, yine onun rehberliğinde Simurg’u aramak için yola koyulmuşlar. Yedi vadiyi aşana kadar, kimi kafileden ayrılmış, ya aç susuz can vermiş, ya denizlerde boğulmuş, ya da vahşi hayvanlara yem olmuş. Yedinci vadi, "Yokoluş"a geldiklerinde geriye sadece otuz kuş kalmış. Kaf dağına varmışlar ve Simurg’un yuvasını bulunca öğrenmişler ki; Simurg Anka, "otuz kuş" demekmiş. Onların hepsi de Simurg’muş. Her biri de Simurg’muş!  30 kuş, anlar ki; aradıkları sultan kendileridir ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur. Kuşlar Simurg, Simurg da kuşlarmış! Görünen otuz kuş, Simurg’un kendileri olduğunu anlayınca;artık ortada ne yolcu kalmış, ne yol, ne de kılavuz.. Çünkü, hepsi birmiş. Vadilerin adları sırasıyla: İstek, Aşk, Ustalık, Kanaatkarlık, Yalnızlık, Şaşkınlık, Yokluk(fena) vadisi
Reklam
Yusuf Kaplan
İslâm medeniyeti, politika üzerine inşa edilmedi; hayat üzerine inşa edildi; hakikatin yoğurduğu, mayasını kardığı ruh üflediği hayat üzerine. Bu gerçeği gören, hatta iliklerine kadar hisseden ender düşünürlerden biri Nietzsche’ydi. Hıristiyanlığın da, modernitenin de hayatı inkâr ettiğini düşünüyor, “İslâm, hayat’a evet diyor” diyordu
Maddî depremler ne kadar büyük olursa olsun, manevî yapımız çok güçlü olduğu için bütün yaraları çok kısa sürede sarıyorduk. Şimdi biraz durum tersine dönmeye başladı yaklaşık son on yıldır: Maddî depremleri göğüslüyoruz ama manevî depremler sürgit daha fazla yıkıma yol açıyor toplumda. Toplum sekülerleştikçe, manevî duyarlıkları aşınıyor, kanaatkârlık, fedakârlık, paylaşma, komşuluk, yardımseverlik gibi güzel hasletlerimiz buharlaşıyor... Yusuf Kaplan
Fernando Pessoa
Mutlak erdemlilik ya da kanaatkarlık gibi mutlak şeyleri asla geliştirme: En büyük irade gücü gösteren kişi, içmeyi sevip de az içendir, yoksa hiç içmeyen değil.
Az yemek ve içmek
Az Yemek Ve İçmekle Yetinmek, Mü'minin Sıfatlarındandır... Müslim, İbn Ömer'den şöyle dediğini rivayet etmekledir: Kâfir kimse, ye­di bağırsakla ver. Mü'min ise tek bir bağırsakta yer." İşte bu, Hz. Peygamberin dünyalıktan az ile yetinmeye, dünyada zühde ve yeteri kadarı ile kanaatkârlık etmeye bir teşviktir. Araplar, az
Reklam
"Sağlık en büyük armağan, bağlılık en büyük ilişki, kanaatkarlık en büyük servettir."
138 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.