(Ayrıca boynuzlu, kuyruklu, kırmızı ‘Şeytan’ imajı pagan toprakları işgale başlayan Hristiyanlardan gelir. Paganlığı ve cadılığı Hristiyanlığa bir tehdit olarak görmüş, bu yüzden inançlı ve büyüyü pratik eden halkın yardım aldığı, onları koruyan ‘entity’leri şeytanlaştırmaya, kalifiyesizleştirmeye çalışmışlardır. Hristiyanlığa ters giden her şey onlar için kötüdür ve yok edilmelidir.)
Magic was now considered more of a threat to the Church because it appeared to have much in common with heresy. Both were described as the work of the Devil and involved ignorance and excessive pride (for ignoring the Church) as well as trickery and deceit. Heretics began to fall under suspicion for sorcery and witches for heresy.
The nude female body was a sign to medieval eyes of women's lasciviousness and of how susceptible they were to demonic temptation…
…These first victims of the drive against witchcraft were all accused of using their magical powers to manipulate men. Their convictions were part of an increasingly misogynistic view of women as either chaste and saintly paragons in courtly romances or evil seductresses using sex to cheat and exploit men. Depictions of naked women were often linked to demonic
power.
“Kaçıyorsa, kaçsın, bırak,
yakında o senin ardına düşecek,
bugün almıyorsa verdiklerini,
yarın o sana armağanlar verecek,
seni sevmiyorsa, istemese de er geç sevecek."
Zavallı şapkasını düşürdü ve onu kaldırmak için durmadı. Başı yağmurdan sırılsıklam oldu; rüzgâr çıktı; yüzü kırağıyla kaplanıp ıslandı. İhtiyar kötü havanın farkında
değilmiş gibiydi ve ağlayarak arabanın bir sağında bir solunda koşuyordu. Eski redingotunun etekleri rüzgârda
kanat gibi havalanyordu. Bütün ceplerinden kitaplar dökülüyordu; iki eliyle dev bir kitap tutuyordu, sıkıca sarılmıştı ona. Yoldan gelip geçenler şapkalarını çıkarıp haç çıkarıyorlardı. Bazıları da durmuş şaşkın şaşkın ihtiyarı seyrediyordu. Tek tek çamura düşüyordu cebinden kitaplar. Onu durduruyor, düşürdüğü şeyi gösteriyorlardı;
onu yerden alıp yine tabutun peşinden koşuyordu.
Bir keresinde onu ağlayacak kadar çok kızdırmıştık ve onun, "Hain çocuklar," diye fısıldadığını açık seçik duydum. Birdenbire mahcup oldum; utanmıştım, kırılmıştım, ona üzülmüştüm. Kulaklarma kadar kızardığımı ve ağlayacak gibi bir halde ondan sakin olmasını ve bizim aptalca maskaralıklarımıza gücenmemesini rica etmiştim, ama o kitabı kapamış, dersi bitirmeden odasına gitmişti. Bütün gün hıçkıra hıçkıra ağladım. Biz çocukların acımasızlığımızla onu ağlayacak hale getirdiğimizi düşünmek benim için katlanılmaz bir şey olmuştu. Anlaşılan ağlamasını bekliyorduk. Anlaşılan bunu istiyorduk; anlaşılan, onun sabrını tüketmeyi başarmıştık; anlaşılan, zorla onu, o talihsizi,
yoksulu, saldırgan talihini hatırlamaya zorlamıştık! Bütün gece sıkıntıdan, kederden, pişmanlıktan uyuyamadım.