Doğa, her zamanki gibi istifini hiç bozmadan, görevlerini yerine getiriyordu. Gerektiğinde rüzgâr estiriyor, gerektiğinde yağmur yağdırıyordu. Sular gelince ırmak kabarıyor, zamanı gelince alçalıyordu.
Çok düşünüyorsun, çünkü düşünceyi dünya ile kendi arana koyuyorsun, gözlemden çok gevezelik ediyorsun. Olayları kavramaktan çok önyargıya dayalı fikirler geliştiriyorsun. Gerçeğe karşına çıktığı gibi bakmak yerine burnunun ucuna koyduğun renkli camların ardından bakıyorsun, mavi gözlüklerin ardından bakınca dünya senin için mavi, sarıların ardından bakınca her yer sarı, kırmızı camların ardından bakınca lal kırmızı diğer renkleri kızıla boyuyor... Algını sen kendin fakirleştiriyorsun, çünkü oraya koyduğun şeyden başkasını göremiyorsun: Önyargıların.
...
Yeterince düşünmüyorsun, çünkü düşüncelerin işporta malları gibi, yeterince analiz etmediğin için beylik sözleri, düşünceleri, gerçek sandığın basit görüşleri durmadan yineleyip duruyorsun. Önyargılar kafesine kapatılmış bir papağan gibisin. Çok düşünüyorsun ve yeterince düşünmüyorsun, çünkü kendinden düşünmüyorsun.
En sevdiğim yazarlardan biri olan Vasconcelos'un başka bir kitabıyla karşınızdayım. Şeker portakalı serisinden sonra bu kitabın da Şeker Portakalı kadar saracağını düşündüm ama azıcık yanıldım. Öncelikle kitapta çok fazla yabancı kelime var o kelimeleri altta açıklamış olsa da aşırı yoğun bir anlatım gibi geldi bana. Kitabın adının da neden Kırmızı Papağan olduğuna anlam veremedim doğrusu. Konusuna gelecek olursam... Elmas uğruna verilen mücadele... Bu yolda sevdiklerini kaybetmek ve maalesef öldürmek... Elmasın insanda oluşturduğu hırs ve bu uğurda kim olduğunu önemsemeden kıyılan canlar. Üzücü bir kitap. Kahramanların tümü hayatlarının geri kalanını daha iyi şartlarda geçirmek istese de hiçbirinin hikayesi istedikleri gibi bitmedi. Kitabı okuyunca sahip olduklarınla yetinmenin daha iyi olacağını görüyorsunuz. Güzel kitap. Okunabilir.
Kırmızı PapağanJosé Mauro de Vasconcelos · Can Yayınları · 2017404 okunma
— Ne istiyorsun benden Kanau?
Adama ilk kez adıyla sesleniyordu.
— Hiçbir şey, yalnızca konuşmak... Seninle dost olabilir miyiz?
— Benim dostluğum ne işe yarar ki?
— Hiç olmazsa güvenebileceğim biri olurdu.