Çevresindeki dünyanın kaosunu, birbiriyle çatışan dünya görüşlerinin ve değerlerin bir anlam ifade etmediği zihinsel bir karmaşa olarak yaşıyordu. Kendi hayatına ve içinde yaşadığı topluma tutarlı bir açıklama getirme ihtiyacını hissetti. Tanrı'nın (Arapça Allah) kendisiyle konuştuğuna inandığı bir dizi dinsel imgeler gördü. Bunlar, karşılaşmış olduğu çeşitli dinsel kavramları yeni bir kalıba dökmesini sağladı. Sözcükleri başkalarına aktardı, onlar da bunları Kuran olarak kaydettiler ve yavaş yavaş esas itibariyle Mekkeli tüccar ailelerinin genç üyelerinden oluşan bir mürit (taraftar) grubu oluşturdu.
İnsanlık doğa üzerindeki kontrolünü artırdı; ama bunun bedeli de insanların çoğunun ayrıcalıklı azınlık gruplarının kontrolüne ve sömürüsüne tabi olmaları oldu.
Goethe'nin yeni bir çağın başladığı inancına şaşmamak gerekir.
Bununla birlikte devrim bitmiş olmaktan çok uzaktı. İzleyen iki yılda, hem yönetimde hem de toplumun temelinde daha ileri radikalleşmelere tanık olundu. Sonra, 1794 yazında, yeni eşitsizliklerin ve kimi eski ayrıcalıkların yeniden ortaya çıkmasına, nihayet yeni bir monarşinin oluşmasına izin veren devrimci dalganın ani bir gerilemesi söz konusu oldu. Bu süreç içinde, pek çok insanın zihnini ve devrime karşı olan sempatiyi çokça bulandıran ünlü 'terör' yer aldı. Konvansiyon'dan ucu ucuna bir çoğunlukla geçen kralın idam kararını, kraliçenin ve pek çok aristokratın idamı izledi. (...) Bu korkunç manzara, 'Her devrim, kendi evlatlarınıyer' deyimini ve devrimlerin faydasız ve kanlı girişimler olduğu algısını yaygınlaştırdı.
Bu yanlış bir genellemedir. Ne İngiliz Devrimi kendi liderlerini yedi -o görev Restorasyon'un cellatlarına bırakıldı ne de Amerikan Devrimi böyle bir şey yaptı. Bu ayrıca, Fransa'da etkili olan gerçek güçleri tümüyle kavramayı başaramayan bir gözlemdir.
Çocuk masallarında ve onların anne babaları için yazılan romanlarda aktarılan mitoloji, gözü pek beyaz kâşiflerin, cahil ama daha sonra minnettar 'yerliler'i, Kipling'in Amerikalılar'a Britanya sömürgeciliğini taklit etmeleri için bastırdığı bir şiirindeki 'yarı-şeytan yarı-çocuk' insanları, kontrol altına aldığı şeklindeydi. Bu mitoloji Afrika, Hint ve Pasifik okyanuslarının halklarını, yamyamlık ve büyücülük özellikleri olan, türdeş olarak 'ilkel' toplumlar olarak gösteriyorlardı.
Kölelik karşıtı Wendell Phillips ünlü bir konuşmada Lincoln'ün politikasından yakınıyordu:
McClellan'ın bir hain olduğunu söylemiyorum; ama eğer bir hain olsaydı aynen davranmış olduğu gibi davranması gerekirdi. Richmond için hiçbir korkunuz olmasın; McClellan onu alamayacak. Eğer savaş bu şekilde, rasyonel bir amaç olmadan sürdürülürse, o zaman kan ve altını israf etmenin bir yararı yoktur... Lincoln... birinci sınıf bir ikinci sınıf adamdır.
Rusya'nın hamleleri, her ne kadar, Avusturya ve Prusya gibi, kendi ülkelerindeki devrimi ezmek için hâlâ Rusya'nın ordularına güveniyor olsalar da, Batı Avrupa egemenlerini korkutmaya başladı. Onların, Birinci Dünya Savaşı'nın 1914 yılında başlamasına kadar Rusya'nın yayılmasına engel olmak üzere, Osmanlı İmparatorluğu'nu ayakta tutmak istemeleri 'Doğu Sorunu' diye bilinir oldu.
Bu çabaların en önünde Britanya hükümetleri yer alıyordu. Osmanlı egemenlerini desteklemeleri onlara yalnızca -kuzey Hindistan'da kendi yönetimlerine bir tehdit olarak gördükleri- Rusya'nın gücünü kontrol etmeyi değil, aynı zamanda Osmanlıların Britanya mallarının Ortadoğu ve Balkanlardaki pazarlara serbestçe girmesine izin vermesini sağlıyordu.