Bizde gerçekten bir bilim ortamı, bilim yaşamı, bilim ahlakı kurulamamıştır. Bilim daha dinle savaşıma girmemiş, onunla sınırlarını kesin olarak çizememiştir. Türkiye'de ileri aydınların bü-tün çabası bu ortamın kurulmasına yardım düşüncesinde toplanmalıdır. "Kimi konuları açıklayamıyoruz", ya da "Ben öldükten sonra dirileceğim" gibisinden sözler, burada yalnızca din sayılır ve dini de sömüren gericilerin işine yarar. Avrupa'da bile, düşünün ki, Heisenberg belirsizlik diyebileceğimiz kuramını ortaya attığı zaman Einstein ona kızmıştı, "Bilim, bilebileceğimiz inancı üzerine kurulmuştur, bilim adına kimsenin bu yolu kapamaya hakkı yoktur" demişti. Bizim toplumumuz ise, dinsel masallar, düşler, şaşırtıcı rastlantılar, önseziler gibi konularla öylesine doludur ki, bunlardan doğan "ruhani" hava, bilimsel bir anlayış alanı bulmamızı sürekli olarak önlüyor. Mistikle yetinen bir toplumuz. Bıktım bu toplumun palavralara, masallara, yalanlara inanmasından.
Kadıköy benim cennetimdir. Bahariye, Mühürdar... Artık çocukluğumun Kadıköy'ü yok, o Kadıköy'ü göremiyorum. O zaman gerçek bir köydü. Eski Fererbahçe Stadyumu'nun yanında taş bina vardı. Biri ilk, öteki ortaokul. Kadıköy Sultanisi. Orayı bitirdim...
Bir gün Nur-u Osmaniye’de Orhan Kemal’le karşılaştık.- Ne o beyim, romancılığa mı başladın? Dedi. Şaka etmediğini sesinden, bakışından anlamıştım. Demek benim takma adla yazmama bir şey demiyordu da, kendi adımı kullanınca bunu çizmeden yukarı çıkma sayıyordu. Roman, romancıların alanı idi, bir ozan oraya burnunu sokamazdı. Böyle düşünüp düşünmediğini açık olarak anlamak için, -Ne var bunda seni rahatsız eden? Diye sordum. Orhan Kemal, hep gülümseyerek, -Şimdi ben de şiir mi yazayım? Dedi. -Keşke yazsan, dedim. Orhan Kemal, sevdiğim bir dostumdu, ama bu çıkışını onun olgunluğu ile bağdaştıramamışımdır. Romanım kötü idiyse, gülüp geçmesi, iyi idiyse sevinmesi gerekmez miydi?
Köle sahipleri ekmek kaygusu çekmedikleri
için felsefe yapıyorlardı, çünkü
Ekmeklerini köleler veriyordu onlara;
Köleler ekmek kaygusu çekmedikleri için
Felsefe yapmıyorlardı, çünkü ekmeklerini
Köle sahipleri veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Köleler felsefe kaygusu çekmedikleri
İçin ekmek yapıyorlardı, çünkü
Felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara;
Felsefe sahipleri köle kaygusu çekmedikleri
İçin ekmek yapmıyorlardı, çünkü kölelerini
Felsefe veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Felsefenin ekmeği yoktu, ekmeğin
Felsefesi. Ve sahipsiz felsefenin
Ekmeğini, sahipsiz ekmeğin felsefesi yedi.
Ekmeğin sahipsiz felsefesini
Felsefenin sahipsiz ekmeği.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Hala yeşil bir defne ormanı altında.
“Aşık olduğunu bana söyleyen arkadaşımla tam olarak anlaştığımı hiç de söyleyemem; çünkü ‘aşk’ sözcüğünün onda ve bende uyandırdığı duygu ve düşünceler arasında tam bir uyarlık bulunduğunu söyleyemem.”