Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

A'dan Z'ye Melih Cevdet Anday

Mehmet Zaman Saçlıoğlu

A'dan Z'ye Melih Cevdet Anday Gönderileri

A'dan Z'ye Melih Cevdet Anday kitaplarını, A'dan Z'ye Melih Cevdet Anday sözleri ve alıntılarını, A'dan Z'ye Melih Cevdet Anday yazarlarını, A'dan Z'ye Melih Cevdet Anday yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Kanat seslerini duyup uyanırlarsa; Gene kuşlarla uyusun çocuklar, olanı biteni anlatma.
Olsun Da Gör
Reklam
Düşünüyorum da, ölenlerin zamanı gerçekten durmuştur, hiçbir değişikliğe gereksemesi yoktur. Biz akan zaman içinde onlarla karşılaşıyoruz ikide bir. Tuhaf bir şey bu; onlar biraz bizimle akıyor, biz biraz onlarla duralıyoruz. Ölüm bir söylencedir. Bu söylenceden birkaç söz bulalım.
1950'de artık tanınmış olan Garipçiler Orhan, Oktay ve Melih, Nazım Hikmet'in hapishanedeki açlık grevine destek vermek için iki günlük açlık grevi yaparlar. Destek imzalanı toplanmıştır ve ülkenin aydınlarının büyük çoğunluğunun adı vardır imza kampanyasında. Bir süre sonra Nâzım hapisten çıkar, o yaz Abidin Dino'ların Cadde- bostan'da tuttukları bahçe içindeki küçük evde Nâzım'la tanışırlar. Nâzım, Melih Cevdet'in boynuna sarılır, "teşekkür ederim" der. O gece Bedri Rahmi, Sabahattin Eyuboğlu, Ruhi Su ve birçok arkadaş bir aradadır. Türküler söylenir, başta Nâzım olmak üzere ozanlar şiirlerini okurlar. Sonra bir dost grubu içinde sık sık buluşurlar. Birlikte geçen gecelerin tadını unutamadığını söyler Anday.
Oysa artık okullara imam bile atanıyor...
Cumhuriyet, laiklik ve eğitim birliği içinde, gerici anlayışın, doğrudan cumhuriyete karşı gelemeyip, laikliği ve çağdaş eğitimi saldırı konusu seçmesi, devrimi yıpratma, bir yerinden tutup çöktürme, yok etme politikasının sözümona kurnazca bir uygulaması olarak görünüyor. ANAP Milli Eğitim bakanlarından birinin, Evrim Teorisi yanında Yaradılış söylencesinin de okutulmasını istemesi bunun açık bir tanıtıdır. Ne imiş, öğrenci, evrim teorisi yanında, Yaradılış söylencesini de öğrenip kendince doğru olanı seçmeli imiş. Görüyor musunuz, burada öğrenciye seçim hakkı tanımakla, eğitimde özgürlük ilkesi güdülmüş oluyor sözde! Oysa çağdaş eğitim, bilim tarihinin tanıtılmasını ilke edinir, bunun yanında kutsal kitap dogmalarına yer vermez. Uygar dünya bu gerçeğe büyük, kanlı savaşımlar sonunda varmıştır. Üstelik siz, liselerde felsefe dersini kaldırıp öğrencinin usunu kısıtladığınızda, ona seçme hakkı bırakmıyorsunuz demektir. Dahası, eğitim ve öğretim alanında böylesi bir özgürlük, gerici iktidarın, inaklar (dogmalar) inancını yayma kurnazlığından başka bir şey değildir, böyle başlayıp yarın Evrim öğretimini kaldırdınız mı, amaca ermiş olacaksınızdır. Bunun için, "Öğrenci Yaradılış söylencesini seçti," demeniz yeter. Din derslerinin liselerde zorunlu kılınması olayında olduğu gibi. Bu tür davranışlar, ne zaman, nerede karşılaşırsanız göreceksinizdir ki kişisel ve siyasal çıkar sağlamak isteyenlerin aldatmacalarıdır.
Anday'ın kavgası İyimserliğindendir. Herakleitos gibidir. Toplumun, insanoğlu'nun güzel günlerine inanır. Her ne kadar, bira ara, "Gelecek" şiirinden "Gelecek mutlu insanın" dizelerini çıkarmış olsa da, insandan umudunu kesmez. Bunu sanata olan inancıyla da gösterir. 1950'lerdeki "Tohum", 1995'de yayımladığı "Yağmurun Altında" şiirindeki "Ve tohumun beklenmedik gürültüsüyle / Çıplak su gibi yinelenir zaman / Gökyüzünde usumuzun dirliği" dizelerinde yine bir umut olarak karşımıza çıkar. "Telgrafhane"de memleketin hali yüzünden uyuyamayan Melih Cevdet, "Yağmurun Altında"da uykusuzluğunu "Ah acımasızdır uykusuz soru" dizesiyle yine duyurur.
Reklam
Köle sahipleri ekmek kaygusu çekmedikleri İçin felsefe yapıyorlardı, çünkü Ekmeklerini köleler veriyordu onlara; Köleler ekmek kaygusu çekmedikleri için Felsefe yapmıyorlardı, çünkü ekmeklerini Köle sahipleri veriyordu onlara. Ve yıkıldı gitti Likya. Köleler felsefe kaygusu çekmedikleri İçin ekmek yapıyorlardı, çünkü Felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara; Felsefe sahipleri köle kaygusu çekmedikleri İçin ekmek yapmıyorlardı, çünkü kölelerini Felsefe veriyordu onlara. Ve yıkıldı gitti Likya. Felsefenin ekmeği yoktu, ekmeğin Felsefesi. Ve sahipsiz felsefenin Ekmeğini, sahipsiz ekmeğin felsefesi yedi, Ekmeğin sahipsiz felsefesini Felsefenin sahipsiz ekmeği. Ve yıkıldı gitti Likya. Hala yeşil bir defne ormanı altında.
Düşler olsun, anılar olsun ya da anı ile düş karışığı bu tür olaylar bir ozanın, genellikle bir sanatçının çalışmasında ne zaman, nasıl kendini gösteriverir, bilinmez. Belki bizim 'esin' dediğimiz budur, dışarıdan, yukarıdan değil de, kendimizden, içimizden seslenir, görünür bize. Peygamberlere gelen vahiy de öyle midir dersiniz? Anlığın algılama doğasında ani bir değişiklik! Buna doğanın bir gizini eklemekte de yarar var sanırım. Doğa bir gün bize her zamankinden başka türlü görünebilir ve bizim aklımızı allak bullak eder. Neden olmasın! Yoksa şiir ve genel olarak sanat bizde başka bir doğa izlenimini nasıl uyandırabilirdi! Rüyalarımıza, düşlerimize boş verip geçmeyelim, onlar da bu bildiğimiz doğanın karmaşıklığı içinde oluşmuyor mu? Şöyle diyordu Valéry, "Şiirin ilk dizesi tanrıdandır, ondan sonrası matematiktir." Burada "tanrı" sözünü esin olarak yorumlayabiliriz; demek ozan sezgilerinin çevreninde esini yakaladıktan sonra, yöntemini matematiğe dayamaktadır. Belirtmeden geçmeyeyim, esinin ancak araştırıcıya geldiği gerçeği, bilim adamı için de ozan için de doğru çıkmaktadır. James D. Watson, DNA yapısı üzerinde onca kafa yormasaydı, ikili sarmalın esini onun yanına uğramayacaktı.
Doğadan kopmanın acısı Şiiri koydum onun yerine Şafaklar bulutlar yıldızlar gibi Dizeler kaldı belleğimde Işıldayan dolaşan kırpışan
Hayvanlar konuşamadıkları için Kimbilir ne güzel düşünürler, Tıpkı ellerimiz gibi
Reklam
Bizde gerçekten bir bilim ortamı, bilim yaşamı, bilim ahlakı kurulamamıştır. Bilim daha dinle savaşıma girmemiş, onunla sınırlarını kesin olarak çizememiştir. Türkiye'de ileri aydınların bü-tün çabası bu ortamın kurulmasına yardım düşüncesinde toplanmalıdır. "Kimi konuları açıklayamıyoruz", ya da "Ben öldükten sonra dirileceğim" gibisinden sözler, burada yalnızca din sayılır ve dini de sömüren gericilerin işine yarar. Avrupa'da bile, düşünün ki, Heisenberg belirsizlik diyebileceğimiz kuramını ortaya attığı zaman Einstein ona kızmıştı, "Bilim, bilebileceğimiz inancı üzerine kurulmuştur, bilim adına kimsenin bu yolu kapamaya hakkı yoktur" demişti. Bizim toplumumuz ise, dinsel masallar, düşler, şaşırtıcı rastlantılar, önseziler gibi konularla öylesine doludur ki, bunlardan doğan "ruhani" hava, bilimsel bir anlayış alanı bulmamızı sürekli olarak önlüyor. Mistikle yetinen bir toplumuz. Bıktım bu toplumun palavralara, masallara, yalanlara inanmasından.
Kadıköy benim cennetimdir. Bahariye, Mühürdar... Artık çocukluğumun Kadıköy'ü yok, o Kadıköy'ü göremiyorum. O zaman gerçek bir köydü. Eski Fererbahçe Stadyumu'nun yanında taş bina vardı. Biri ilk, öteki ortaokul. Kadıköy Sultanisi. Orayı bitirdim...
Bir gün Nur-u Osmaniye’de Orhan Kemal’le karşılaştık.- Ne o beyim, romancılığa mı başladın? Dedi. Şaka etmediğini sesinden, bakışından anlamıştım. Demek benim takma adla yazmama bir şey demiyordu da, kendi adımı kullanınca bunu çizmeden yukarı çıkma sayıyordu. Roman, romancıların alanı idi, bir ozan oraya burnunu sokamazdı. Böyle düşünüp düşünmediğini açık olarak anlamak için, -Ne var bunda seni rahatsız eden? Diye sordum. Orhan Kemal, hep gülümseyerek, -Şimdi ben de şiir mi yazayım? Dedi. -Keşke yazsan, dedim. Orhan Kemal, sevdiğim bir dostumdu, ama bu çıkışını onun olgunluğu ile bağdaştıramamışımdır. Romanım kötü idiyse, gülüp geçmesi, iyi idiyse sevinmesi gerekmez miydi?
86 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.