Ahlak Eğitimi kitaplarını, Ahlak Eğitimi sözleri ve alıntılarını, Ahlak Eğitimi yazarlarını, Ahlak Eğitimi yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Öyleyse ahlakı toplum üretir ve toplumsal yapı bu ahlakı kusursuz bir şekilde yansıtır. Kendimize karşı yerine getirmemiz gereken görevlerin neler olduğunu bile bize toplum söyler. Toplum bize belli bir ideal dayatır çünkü bu dayatma hayati bir öneme sahiptir. Çünkü toplum ancak tüm bireyleri arasında yeterli bir benzerlik varsa, bir başka deyişle tüm bireylerin değişik düzeylerde aynı idealin temel özelliklerini yansıtmasıyla ayakta kalabilir ki, bunun adı kolektif idealden başka bir şey olamaz. İşte bu yüzden tüm ahlaki alanlar tip ve ülkelere göre değişiklik gösterebilirler.
İnsanın ahlaki bir varlık olabilmesi için kendi dışında, çevresinde bulunan varlıklara bağlanması ve düzeyi ne kadar basit olursa olsun bu toplumla bir dayanışma içinde olması gerekmektedir. İşte bu yüzden ahlaki eğitimin ilk görevi çocuğu en yakınında bulunan grup olan aileden başlayarak içinde yaşadığı topluluğa bağlamaktır. Genel olarak ahlakın toplumsal yaşamın başladığı yerde başladığını söyleyebiliriz ancak insanın bağlı olduğu her toplum aynı ahlaki değerlere sahip olmadığı için değişik ahlak anlayışlarının varlığından söz etmek gerekmektedir.
Egoist bir yaşantı insan doğasına aykırıdır. Egoist insan kendi varlık nedenini kendinde bulabilen ve kendi kendine yeten biri gibi yaşamaktadır. Oysa böyle bir şey mümkün değildir zira böyle bir sınırlandırma çelişkiye yol açmaktadır. Bizi dünyaya bağlayan bağlardan ne kadar kopmaya çalışırsak çalışalım bunu başarabilmemiz mümkün değildir. İçinde yaşadığımız çevreden etkileniriz, bu çevre içimize işler ve kişiliğimize yansır. Sonuç olarak içimizde bizden başka bir şey vardır ve bizi ayakta tutan da bu şeydir.
Ahlaki eylemin kişisel amaçları olamaz. Ancak ahlaki eylemin kişisel olmayan amaçları bir ya da birçok insanın çıkarına da olamaz. Bu durumda ahlaki amaçların bireyler dışında bir şeyleri amaçladığını söyleyebiliriz. Bu amaçlar bireyler-üstü amaçlardır. Oysa bireyleri dışladığımızda geriye bireylerden oluşan gruplar yani toplumdan başka bir şey kalmamaktadır. Öyleyse ahlaki amaçların hedefi toplumdur. Ahlaklı bir şekilde davranmak demek kolektif çıkarlar adına davranmak demektir.
Bu durumda kural ve özgürlük birbirini dışlayan iki karşıt terim olmak yerine, birinci olmadan ikincinin olamayacağını ve kurala artık uysal bir şekilde boyun eğilmemesi gerektiğini, sevilmeyi de hak ettiğini söyleyeceğiz.
Var olan her şey gibi insanın da belli sınırların ötesine geçebilmesi olanaksızdır. İnsan da bütünün bir parçasıdır. Öyleyse kendi doğasına karşı çıkmadan herhangi bir parçayı belirleyen sınırları aşabilmesi söz konusu değildir.
Bir despot bir anlamda bir çocuk gibidir ve onun gibi zayıf noktaları vardır. Bir despot kendine hâkim biri değildir. Gerçek iktidar ve özgürlüğün ilk koşulu kendine hakimiyettir. Hakim olamayacağı güçlere sahip bir insandan kendine hakim olmasını bekleyemeyiz. Zaten bu yüzden çok güçlü siyasi partilerin, küçük bir azınlık oluşturan muhalefet karşısında kısa bir süre sonra dağılıp gittiği görülmektedir. Sahip oldukları gücün kendilerini yok edecek güce dönüştüğü görülmektedir. Onları zorlayabilecek herhangi bir muhalif güç olmadığından bir süre sonra kendi sonlarını getirebilecek aşırı şiddet olaylarına başvurmaktan çekinmemektedirler. Çok güçlü bir partiyi yönetebilmek de mümkün değildir çünkü bu parti kendine hâkim olamamaktadır. Toplanamayan parlamentolar, zafer kazanan doktrinler açısından ölümcül sonuçlara yol açmaktadır.
Öyleyse ortada eğilimlerimizi sınırlandıracak hiçbir güç kalmadığında bu eğilimler sanki kendiliklerinden tiranik bir görünüm kazanmakta ve bu eğilimlerin ilk esiri de bizzat bunları hisseden kişi olmaktadır.
"Kötümserlik her zaman gerçekleşmesi olanaksız düşlerin yoldaşı olmuştur."
.
.
.
Bu gerçekleşmesi olanaksız düşleri edebiyat alanında kusursuz bir şekilde temsil eden kahraman Goethe'nin Faust'udur. Zaten şair de bu yüzden kahramanını öykü boyunca kafası karışık biri olarak sunmaktadır.
Davranışlarımızdan hoşnut olabilmemiz için eylemlerimizin bir amaca hizmet ettiği yani bizi ulaşmak istediğimiz hedefe götürdükleri gibi bir duyguya sahip olmalıyız. Ancak tanımı gereği sonsuzlukta bir yerlere gizlenmiş bir hedefe ulaşılamaz. Bu durumda ne kadar ilerlersek ilerleyelim ulaşmak istediğimiz hedefe hep aynı uzaklıkta kalırız.