Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ahlakın Anlamı ve Sınırı Üzerine Konuşmalar

Ahlak ve Müeyyide

Ömer Türker

Ahlak ve Müeyyide Sözleri ve Alıntıları

Ahlak ve Müeyyide sözleri ve alıntılarını, Ahlak ve Müeyyide kitap alıntılarını, Ahlak ve Müeyyide en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
“Motivasyon gücü en yüksek olan yaptırım önerisi hangisidir?” diye sorabiliriz. Hem “suçun yakalanması” kaydı taşımaması, hem bütünüyle bireyin nefs ve duygu dünyasında bazı şeyleri göze almasıyla ortadan kalkmaması bakımından güçlü görünen, hem bu dünya hem de dünya hayatı sonrası için sonuçlar vadetmesi bakımından da bu gücünü derinleştiren
Hümeyra ÖzturanKitabı okudu
Ahlâkîlik dediğimizde insanın irtibatlı olduğu çevre/çerçeve içinde kendi varoluşunu muhafaza etme yönelişini kast ediyoruz. Buradaki “kendilik” insanilik ile alakalı olduğu için, biz, ahlâkîliği daha farklı bir şekilde, insani varoluşu muhafaza etme yönelişi olarak ifade edebiliriz. İnsani varoluş, özünde bağımlılık olduğu için, insani varoluşu muhafaza etme, insanı bağlı ve irtibatlı olduğu çevre ile irtibatı içinde ve bu çevre ile birlikte muhafaza etmeyi ifade etmektedir. Kısaca insan kendi bağımlılıklarını tahkim ederek ve bunu inkar etmeden, itiraf edip tanıyarak, kendi varoluşunu muhafaza edebilir. Bu yöneliş bütün insanlarda mevcuttur ve bununla ilgili yapılan her şey, ahlâkî bir konum kazanır.
Tahsin GörgünKitabı okudu
Reklam
Ahlak ile hukuku, fert ile devleti birbiri ile irtibatsız ayrı "sistem" olarak görmek yerine; birbirinin devamı olan ve son uç olarak, insan hayatının fiziki dünyadan başlayarak, bitkiler, hayvanlar, insanlar ve Yaratıcısı ile bağlı ve bağımlılık irtibatı içinde gerçekleştiğini keşfetmek ve hayrın/insani varoluşun kamil biışekilde tahakkukunun da ancak, bu bağımlılığın şuurlu bir bağlılık düzeni haline gelmesi ile alakalı olduğunu söyleyebiliriz. Bu bizi insanların ancak diğer insanlar ve diğer varlıklarla birlikte var olabileceğinin temyizi üzerinden ve bütün bunların nihai olarak Mutlak ile olan irtibatını, insan dilinde insanlara beyan eden bir Peygambere bağlı olarak keşfetmeye yöneltmektedir. Halen yaşadığımız durum, insanlığın tarihte zaman zaman başına gelen tek başına kalmış olan aklın, kendi kendisini makuliyet adı ile nasıl geçersiz kıldığının en son örneğidir. Peygamberin tebliği, insanların akıllarıyla tek başlarına kalmadan ve makuliyeti terk etmeden, insanı kendi bütünlüğü içinde muhafaza etmenin yollarını gösteımektedir. Nübüvvetin bunu nasıl sağladığını ve nasıl gerçekleştirdiğini görmek ve göstermek mümkündür. Bunun için elimizde bir tane ve yegâne imkan, İslam toplumu ve medeniyetinin tarihine yeniden ve sürekli bakmak, araştırmak olarak durmaktadır.
Tahsin GörgünKitabı okudu
Yaptırım ancak toplumsallaşma ile gerçekleşir; toplumsallaşma ile birlikte ahlâkî alanda yapılması gerekende bir eksiklik olduğunda, bu eksikliğin ikmali için bir ikaz, bir gayret zuhur eder ki, yaptirimdan tam da bu noktada bahsedebiliriz. Yaptırım, bu durumda esas itibariyle sosyaldir. Yaptirımın sosyal olduğunu söylemek, insan hayatıma harici irtibatları tarafından etkilenmesinin, ahlâkî bir sorun teşkil etmediğini kabul etmek anlamına gelmektedir. Aslında bu makuliyetin kendisiyle doğrudan alakalıdır. Makuliyet, insanın özünü, yani bağımlılık ilişkileri içinde insanı, bunların farkında olarak ve hakkını teslim ederek, muhafaza olduğuna göre, zorunlu olarak dışarısı ile irtibatı ihtiva etmektedir. İnsanın diğer insanlarla, onları korumaya yönelik bir irtibatının olması, onun özünü gürleştirmesi ile alakalıdır. Bunun eksik kaldığı yerde, eğer bir insan etrafında bulunan insanların, kendi varoluşunun ön şartı olduklarını ihmal ederek, onların varlığı aleyhine bir müdahalesi söz konusu ise, onun böylesi bir müdahalesi durumunda engellenmesi, engellenememişse bunun bir bedelinin bulunması, insanın varoluşunu muhafazasının bir gereğidir; yani böylesi bir karar, ahlâkın dışına çıkmak olmayıp ahlâkîliğin sonucudur.
Tahsin GörgünKitabı okudu
İyilik ve kötülük tamamen bireyin özgür iradesiyle o fiile değer katması neticesinde ortaya çıkar. Bu sebeple ahlâk ya da değer, insanın herhangi bir fiil alanıyla sınırlı değildir, insanî varlık alanının tamamiýla ilişkilidir.
Ömer TürkerKitabı okudu
Klasik ahlak filozoflarindan hareketle insanın temelde üç güdü bulunduğunu söyleyebiliriz.İnsan düşünme gücüne, öfke gücüne ve arzu gücüne sahiptir. Insani varlık alanında gerçekleşen her türlü eylem ve fiil, asıl itibariyle bu üç gücün neticesi ya da eserleri olarak ortaya çıkmaktadır.4 İnsani varlık alanını oluşturan bütün eylemler ise esas itibariyle birey tarafından gerçekleştirilir. Bu eylemlerin bir kısmı iktisadî olmakla, bir kısım siyasi olmakla, bir kısmı hukuki vs. olmakla nitelenebilir. Fakat iradesi dışında kalan fiiller hariç bütün âiller evvelemirde birey tarafından gerçekleştiriliyor olması bakımından ahlâkın alanına girerler ve ahlâkîlikle nitelenirler. Bu anlamda ahlâkın alanı ahlâk dışında ya da ahlâka ilave olarak görebileceğimiz bütün alanları kuşatır ve insanın hiçbir eylemi ahlâkîlik tavsifinin dışında kalamaz. Dolayısıyla insanın özgür iradesiyle yaptığı tüm fiiler evvelemirde ahlâkî olmakla nitelenir. İnsani bir fıili niteleyen hukuki, siyasi veya iktisadi vb. bütün sıfatlar ise ahlâkîlik üzerine kurulan ve fakat onu iptal etmeyen ikincil nitelemelerdir. Bizim sözünü edebileceğimiz her türlü ikincil sıfatlar, birincil sıfatın aslında bir devamı olarak ortaya çıkar ve birinci sıfatı zemin olarak kabul eder.
Ömer TürkerKitabı okudu
Reklam
Bireysel ahlâkı, genel ahlâkın özü veya çekırdeğı olarak kabul eder ve ondan başlamak istersek, ilk ahlaki yaptırımın, bireyin içindeki vicdani yaptırım, vicdanla ilgili yaptırım, vicdan azabı ve vicdan huzuru ile ilgili yaptırım olduğunu söylemek mümkündür. Doğrudan ahlâkla ilgili olan ve bireyin içinden kaynaklanan yaptırım, vicdani olandır. Vicdani yaptırımın pozitif kutbu, vicdan huzuru denilen içsel memnuniyet, sevinç ve mutluluk hali ; negatifkutbu da vicdan azabı denilen içsel pişmanlık, üzüntü, keder, huzursuzluk ve mutsuzluk halidir. Kimilerine göre, “En büyük yaptırıcı kuvvet insanın vicdanıdır.”13 Çocukluktan itibaren iyi örneklerle beslenmiş ve sağlam bir eğitimle geliştirilmiş bir vicdan, sahibi için en kuşatıcı ve en kuvvetli ahlâki yaptırımlardan birini sağlar. Eğitilmiş ve dolayısıyla gelişmiş bir vicdan, sahibini yönlendirecek, yaptığı vicdan muhasebesi ve vicdan muhakemesi sonucunda önceden öngörebileceği ya da sonradan karşılaşacağı vicdani huzur veya azap, onu ahlâken kötü eylemlerden uzaklaştıracak ve onu yaptırmayacak, ahlâken iyi eylemlere de sevk edecek, zorlayacak ve yaptıracaktır.
Cafer Sadik YaranKitabı okudu
Yaptirım/müeyyide meselesini bir misal üzerinden müzakere edebiliriz. Buna en uygun misal, samimiyettir. Samimiyet, kısaca insanın kastettiğini yapması ve yaptığını da kastetmesidir. Bir kararın veya bir eylemin, bir sözün samimi olması, kasıt ile yönelişin, kasıt ile eylemin, kasıt ile söylenenin/söylenmek istenenin farklı olmamasıdır. Samimiyet kısaca olduğu gibi görünmek, göründüğü gibi olmaktır. Samimiyet, bu anlamda, insanın kendisine sadakati, kendi kendisini aldatmamasıdır. Önemli soru, insanın kendi kendisini aldatıp aldatamayacağı noktasında ortaya çıkmaktadır. Şunu söyleyebiliriz: İnsan samimi olarak kendi kendisini aldatabilir'. Eğer, mesela amacını ve fonksiyonunu tahkik etmeden kabul ettiği ve dâhil olduğu bir “grubun” içinde, grubun üyesi olarak davranmayı ilke haline getirdiği zaman, samimi bir şekilde kendi kendisini aldatabilir. Eskişehir’den İstanbul’a gitmek niyetiyle trene binen birisi, eğer yeterince tahkik etmeden trene binmişse, bindiği trenin onu Ankara’ya götürdüğünün farkında olmadan, bütün samimiyeti ile İstanbul’a gittiğini zannedebilir ve bu samimi zan, onun kendi kendini aldatmasının bir formu olarak karşımıza çıkar. Bu bize samimiyetin ahlâkîliğin önemli bir mütemmim cüz’ü olmakla birlikte, bir kararı, bir eylemi veya bir sözü ahlâkî kılmak için yetmediğini göstermektedir. Samimiyet, ancak gerekli tahkik neticesinde elde edilen bilgiye bağlı olarak, ahlâkîlik içindeki hakiki konumunu kazanabilmektedir.
Tahsin GörgünKitabı okudu
Ahlâkî müeyyide denilince akla ilk gelen durum, ahlâkın dini yorumu ya da dini ahlâk anlayışıdır. İslam düşüncesi içinde de din ile ahlâkı birbirlerine çok yakın anlamlarda kullanan düşünürler bulunmaktadir. Bir değer sistemi olarak ahlâkın, diğer bir değer sistemi olarak dinle birlikte anılmasının birçok nedeni vardır. Öncelikle, kişilerden beklenilen doğru eylemlerin çok büyük bir bölümü hem din hem de ahlâk açısından benimsemektedir. Ahlâkın temel ilkesi olan zarar vermemek ve yardım yapmak, belli şartlarla, inançlarda da içkindir. Ahlâkın, kişilerin birbirlerine zarar vermemelerini sağlamak için geliştirdiği düşünceler dinlerde de bulunmaktadır. Dini eylemde ahlâkî değerler içkinken ahlâkî eylemde de dini değerler vardır. Her bir eylem türünü yalıtılmış bir şekilde gerçekleştirmek mümkün değildir. Dolayısıyla inanç ve ahlâk birbirlerine çok yakın anlamlarda kullanılabilmektedir. Kur'an’da konuların iç içe verilmeleri, ahlâkî konulara ilişkin çok sayıda ayetin olması, ahlâkın, inancın bir bölümü gibi yorumlanmasına neden olmaktadır. Kur’an’daki temel tavır, inancın anlaşılması ve güçlenmesi için ilgili bütün değer sistemlerini kullanarak insanı uyarmaktır. Bu bağlamda, iktisat, hukuk ve diğer sosyal değerleri kullandığı gibi ahlâkî değerleri de kullanmaktadır.
..Oysa modern dönemde -pek çok alanda ortaya çıkan değişimler sebebiyle ahlâk alanında radikal bir dönüşüm yaşanmıştır. Modern anlayışlar ahlâkın temeline artık dini kaynakları ve dolayısıyla doğayı değil; insanı, aklı, duyguyu, deneyimi, sezgiyi vb. insani hususları koymuştur. Başka bir ifadeyle modern ahlâk, kaynağım insanda, insanın doğasında ve içeriğini de insan ilişkilerinde gördüğü bir ahlâk inşa etmeye girişmiştir. Bu girişimde doğa dışı ya da_ doğaüstü kaynak ve içerik; akli ve deneysel-rasyonel olmayan unsurları temsil etmiştir. Modernlik, ahlâkı doğal unsurlarda gördüğü için, bireysel ve toplumsal alanda tezahür eden adaletin de doğal olduğu telakki edilmiştir. Ahlâkın kaynağına ve içeriğine yönelik bu radikal değişim, esasen ahlâkı uygun olmayan bazı müdahalelerden uzaklaştırmayı öngörse de diğer taraftan toplumsal bir varlık olan insanın siyaset ve hukuka yaklaşımım derinden değiştirmiştir.
Celal TürerKitabı okudu
Reklam
İslam düşüncesinde de ahlâkın dini kaynaklara ve âlemdeki organik yapıya dayanılarak ortaya konulduğu aşikârdır. Nitekim ahlâkî eserlerin aynı zamanda hukuk ve siyaset metinleri olarak değerlendirilmesi; erdem olarak adaletin hem bireysel hem de toplumsal olarak nasıl tesis edileceği hususları, ahlâkî ve siyasi davetin vazgeçilmez biçimde dini olduğunu beyan eder. Adaletin sadece bireysel değil; aynı zamanda toplumsal bir dinamizm olarak görülmesi, onun ahlâkî nitelikleri yanında hukuki ve siyasi nitelikleri de içerdiğini gözler önüne sermiştir. Bu durum ahlâk, hukuk ve siyaset arasındaki ilişkilerin ayrılmaz olduğunu; ahlâkî müeyyidelerin de arka plandaki deruni ilişkiler vesilesiyle oluştuğunu gösterir.
Celal TürerKitabı okudu
Tıpkı teorik fizikte hareket veya sükün hakkında kurduğumuz herhangi bir önermenin fiziğin alt disiplinlerinin herhangi birinde ihmal edilemez olduğu gibi ahlâk alanında kurulan herhangi bir önerme de diğer insan bilimlerinde ihmal edilemez. Bu sebeple ahlâk, insanın kendisine ilişkin bir farkındalığa dayanmaktadır. Bilindiği gibi filozoflar iradeyi hayvanî bir vasıf olarak kabul ederler ve insanı hayvandan ayrıştırmak ve iradeye değer katabilme vasfını ifade etmek üzere ihtiyar kelimesini kullanırlar.6 Kelamcılar ise iradenin insanî özneden de bağımsızlaştırılarak hem Tanrı’yı hem insanı içerecek şekilde üst bir kavrama dönüştürülebileceğini düşündükleri için irade kelimesini kullanmayı yeğlerler.’ Aslında her ikisinin ortak bir paydası vardır: Ahlâk kesinlikle insanın kendi varlığına ve kendisi dışındakilerin varlığına dair bir farkındalığa dayanır. Bu farkındalık olmaksızın biz aslında insanın ahlâkî bir özne olduğundan bahsedemeyiz. Tam da bu bağlamda ahlâkın tümel disiplin olmasının nihai gayesi, insanın kendi varlığına ilişkin farkındalığı soruşturması ve onun çeşitli aşamalarda nasıl ortaya çıktığını kavramayı amaçlamasıdır. O halde “ahlâkî” vasfının insanın tüm fiillerini kuşatmasından ötürü bu nitelemeye ilişkin bir disiplin pratik disiplinlerden herhangi biri değil, pratik disiplinlerin tamamını içeren üst disiplindir ve tümel olana tekabül eder.
Ömer TürkerKitabı okudu
(Allah’ı yaklaştırıcı) fiiller, insanlara farz kılınmış ibadetler vb.dir. Kısım, uyarıcı olmaları gerekir. Uyarıcılar ise, ya hareketlerdir veya başka hareketlere yol açan 'hareketsizliklerdir'. Hareketlerin örnegi,namazdır.Hareketsizlik ise, oruç gibi ibadetlerdir. Çünkü oruç, varlığı bulunmayan bir anlam olsa bile, kuşkusuz doğada güçlü bir hareket meydana getirir ve sahibinin dikkatini anlamsız olmayan bir iş yaptığını çeker.w İbn Sînâ’nın ibadetlerle ilgili dile getirdiği bu durum hiç kuşkusuz insanın bütün fiilleri için geçerlidir. Zira bir şeyi yapmayı istemek ahlâkî bir tercih olduğu kadar yapmamayı istememek de ahlâkî bir tercihtir. Bu bağlamda irade, arzuyla ne eşanlamlı ne de eşkapsamlıdır. Bir harekete yahut hareketsizliğe yönelik arzu veya isteksizlik/tiksinti, ona yönelik iradenin oluşmasında etkili olmakla birlikte iradenin yönünü zorunlu olarak belirlemez. Bunun gibi fayda veya zarar inancı da iradeyle eş anlamlı değil, iradenin yönünde etkili olan şeylerdir. Dolayısıyla iradî fiiller, fâilin bir şeyi yapmayı veya yapmamayı tercihiyle meydana gelen fıillerdir. Tercih ise kimi zaman bizzat ahlâkî fâil tarafından da apaçıklıkla kavranamayan duygu ve arzuların bilgisel sonuçlarına dayanırken kimi zaman da duygu ve arzularla çelişen bilgisel içeriklere dayanır.
Ömer TürkerKitabı okudu
Değerler Çatışmasi
ıx) İnsandan vasıtalı fiillerin çıkmasını sağlayan toplumsal bir yapının vasat olma özelliğini yitirmesinin ahlâki hayat açısından daha yıkıcı bir sonucu değerler çatışmasıdır. Mesela devlet vatandaşın can, mal ve ırz güvenliğini sağlamakla yükümlü olduğu halde bunları yeterince sağlayamıyor ise değerler çatışmasına yol açar. Devlet, bu amaçları gerçekleştirdiği ölçüde kişilerden vergi bekler ve buna uymayan insanları cezalandırır. Her iki durumda da kanunlar bireyin doğrudan fiillerine kattığı iyilik ve kötülük değerlerinde olduğu gibi, bir fiil nasıl iyilikle niteleniyor ise o iyilikle nitelenecek şekilde fiilin gerçekleştirilmesine vasat olmak durumundadır. Eğer devlet, bireyin özgür iradesi ile gerçekleştirdiği bir Hile ahlâkî iyiliği katmasını engelleyecek, ahlâken iyi olmasına mani olacak bir yapı meydana getirmişse bu defa kanun bireyi, aslında gerçekleştirdiği davranışı ahlâka uygun olarak gerçekleştirebilmesi için ahlâksızhğa mecbur ediyor demektir. Kanunsuzluğa yönelttiği ölçüde aslında uyguladığı müeyyide zulüm olmakla nitelenecektir. Çünkü uygunluk ölçütlerini tam olarak belirleyememiştir. Uygunluk ölçütlerini belirlemek demek, ahlâken iyi olma süreçlerini tayin etmek demektir. Bir yapı, bir davranışın ya da eylemin ahlâken iyi olma özelliklerini tam olarak belirleyememiş ise yapı içerisinde yer alan mükelleflerin gerçekleştirdiği fiillerin ya ahlâksız olmasına ya da ahlâklı olabilmek için kendisi ile çelişmesine vesile oluyor demektir. Dolayısıyla vasatı oluşturmayan toplumsal ya da siyasal yapı, böyle olduğu ölçüde bir değerler çatışmasına yol açar.
Ömer TürkerKitabı okudu
Ahlâkın/ahlâkîliğin zorunluluk teşkil ettiğini söylemek, tabii ki, insanın ihtiyar sahibi bir varlık olarak iradesini hayr yönünde kullanacağını söylemek anlamına gelmektedir. Bu durum aynı zamanda ahlâklı olmanın, ihtiyar ile alakalı olduğunu da ifade eder. İhtiyar, ahlâklı olmayı iktiza eder. Bu durum insanların iradelerini her zaman hayr cihetinde kullandıkları ; ancak hayrın ne olduğu sorusuna cevap verirken, yanılabildikleri anlamına gelmektedir. İnsanların eylemlerinde hata yapmaları, bilgi eksikliğinden kaynaklanır. Her türlü şer, aslında, hayır kisvesinde tahakkuk eder. Şer, kendi başına bir amaç olamaz. Bütün kötülükler, genellikle, iyi bir amaç gözetilerek yapılır. Bu iyi amaç, duruma göre ya bir hazdır ya tek bir insanın çıkarıdır ya bir ailenin, bir sınıfın, bir şehrin veya devletin; bir milletin çıkarıdır. Bu durum bazen istatistiki olarak çoğunluğun faydası olarak da karşımıza çıkar. Bunu dikkate aldığımız takdirde, hiçbir kötü fill, kendi başına, kendisi için yapılmaz; sürekli duruma göre yakın veya uzak bir iyiliği elde etmenin -zorunlu-bir vesilesi olarak manasını ve varlığını kazanır. Ahlâk meselesini ilginç kılan esas nokta da burada karşımıza çıkar.
Tahsin GörgünKitabı okudu
38 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.