Yaptirım/müeyyide meselesini bir misal üzerinden müzakere edebiliriz. Buna en uygun misal, samimiyettir. Samimiyet, kısaca insanın kastettiğini yapması ve yaptığını da kastetmesidir. Bir kararın veya bir eylemin, bir sözün samimi olması, kasıt ile yönelişin, kasıt ile eylemin, kasıt ile söylenenin/söylenmek istenenin farklı olmamasıdır. Samimiyet kısaca olduğu gibi görünmek, göründüğü gibi olmaktır. Samimiyet, bu anlamda, insanın kendisine sadakati, kendi kendisini aldatmamasıdır. Önemli soru, insanın kendi kendisini aldatıp aldatamayacağı noktasında ortaya çıkmaktadır. Şunu söyleyebiliriz: İnsan samimi olarak kendi kendisini aldatabilir'. Eğer, mesela amacını ve fonksiyonunu tahkik etmeden kabul ettiği ve dâhil olduğu bir “grubun” içinde, grubun üyesi olarak davranmayı ilke haline getirdiği zaman, samimi bir şekilde kendi kendisini aldatabilir. Eskişehir’den İstanbul’a gitmek niyetiyle trene binen birisi, eğer yeterince tahkik etmeden trene binmişse, bindiği trenin onu Ankara’ya götürdüğünün farkında olmadan, bütün samimiyeti ile İstanbul’a gittiğini zannedebilir ve bu samimi zan, onun kendi kendini aldatmasının bir formu olarak karşımıza çıkar. Bu bize samimiyetin ahlâkîliğin önemli bir mütemmim cüz’ü olmakla birlikte, bir kararı, bir eylemi veya bir sözü ahlâkî kılmak için yetmediğini göstermektedir. Samimiyet, ancak gerekli tahkik neticesinde elde edilen bilgiye bağlı olarak, ahlâkîlik içindeki hakiki konumunu kazanabilmektedir.