İnsanın eksik yanında hissettiği acısının sebebi, yokluğun keskin netliğinden kaynaklı değildi. Bu durum, yeri belli ölülere tutulan yaslara ise pek benzemiyordu… Acının en etkili silahı da her zaman için belirsizlikti.
Bilinmez vakit çok acımasızdı. Süregelenin, yaşanacak tüm zaman boyunca üstüne basa basa, ısrarla hatırlanmasıydı. Bu yüzden canı en çok acıtan hep müphem zamanlardı. Belki de “Ahmak”lık, acıyla baş etmenin bir yönteminden var olmuştu. Yadırgayanların, bir insana yakıştıramadığı kötü karakter örtüsüydü. Fakat bir başkası için acıyla baş edebilmenin tek yoluydu da aynı zamanda…
Ahmak kendi yolunu çizmişti. Önce iyi niyetlerini son nefesini verene dek doyasıya ve bundan keyif alarak boğdu. Sonra aklının zincirlerini nefretinden aldığı güçle birer birer kırdı. Amaçsızlıkları içinde öylece yaşarken, kendini bıraktığı o derin boşlukta, bilmeden baş belası umarsız bir ahmak yarattı! Artık tek hissettiği belirsizliğin onu sürüklediği amaçsız öfkesiydi!
O, küllerinden ya da özleminden değil, sadece öfkesinden yeniden doğdu…