Bazı hastalar kendi mahallelerinde hatta kendi evlerinde kaybolabilirler; Benson buna ”çevre agnozisi” der. Yaygın olarak görülen diğer güçlükler şunlardır: Sol-sağ karıştırması, yazmada ve hesaplamada zorlanma, kendi parmaklarını tanımada güçlük. Bu sorunlar dörtlüsüne Gerstmann sendromu da denir. Bazen PCA’lı hastalar renkleri tanıyıp eşleştirebilirler ama adlandıramazlar; bu duruma renk anemisi adı verilir. Daha nadir olarak görsel hedef belirleme ve devinimleri izlemede bir sorun olabilir.
Demek ki hiç konuşamasalar ya da konuşmayı anlayamasalar bile bazı hastalarda düşünsel işlevler -mantıklı ve sistemli düşünmek, plan yapmak, anımsamak, öngörmek, tahmin etmek- mükemmel biçimde korunabiliyor.
Bir düzine farklı marka arasından belli bir domates sosunu istiyordu ve istediğini seçip aldı çünkü etiketinin üzerinde ”koyu mavi bir üçgen ve altında sarı bir daire" vardı. ”Renk çok önemli” diye vurguladı. Renk, Lilian için görünebilen en hızlı ipucuydu, başka hiçbir şeyi tanıyamasa bile renkleri tanıyordu (Bu nedenle, birbirimizden ayrılabiliriz korkusuyla, ziyaretim için baştan aşağı kırmızı giyinmiştim; eğer ayrılırsak beni anında bulmasını sağlayacağını biliyordum.)
..Görsel agnozisi olan insanlar normal bir görme keskinlikleri, renk algıları, görme alanları vb. olabildiği halde yinede gördüklerini tanıma ya da adlandırmada tamamen yetersiz kalabiliyorlardı.
İfade afazisi olan bazı hastalar için müzik terapisi paha biçilmezdir; bir sözcüğü şarkı gibi söyleyebildiklerini görünce dilin tümüyle yitirilmediğine, içlerinde bir yerdeki sözcüklere hâlâ ulaşabildiklerine dair güven duymaya başlarlar. Bu durumda, şarkının içine yerleşmiş dil yeteneğinin müzikal bağlamından koparılıp iletişim amacıyla kullanılıp kullanılamayacağı sorulabilir. Bu bazı durumlarda, bir ölçüde mümkündür; sözcükler bir nevi doğaçlama ritmin içine yeniden yerleştirilir.
Okumadan yazabilmek bir iki sayfalık kısa bir mektup ya da not için yeterli olabilir. Ancak Howard çoğu zaman, ”Sağ bacağının kesilmesi gerekiyor ama ayakkabınla çorabın kalabilir, denmiş gibi” hissediyordu kendini. Okuyamazken eski işine geri dönmeyi nasıl umabilirdi?
Benim (yaşam boyu süren) görsel ve yerel tanıma kusurumu, solla sağı karıştırdığını ve binaların içinde yolumu bulma konusunda sorun yaşadığımı bildiği için böyle yapmıştı.
Howard gibi, Scribner da yazma yetisini korumuştu ama yazdığını okuyamamasmdan o kadar rahatsızdı ki daha önce hiç denemediği bir şeye, dikte ederek yazdırmaya başlamaya karar verdi. Neyse ki bu da başarılı oldu: Dikte etmek o kadar işe yarad1 ki, 80’den çok köşe yazısı yazdı ve yayıncılık yaşamı üzerine iki ciltlik anılarını tamamlayabildi. Şöyle yazmıştı: ”Belki bu da, bir beceriyi geliştiren sakatlıkların bir örneği." Yakın arkadaşları ve ailesi dışında hiç kimse bunları tamamen yeni bir tarza geçerek başardığını bilmiyordu.