Hilafeti zamanında bir gün Hz Osman (RA), Hz Ömer (RA) huzuruna girmiş selam vermişti. O sırada bir mektup yazan Hz Ömer selamı almamış aceleyle mektubu tamamlayıp, mumu söndürmüş başka bir mum yakıp bundan sonra selamını almıştı. Bu hale hayret eden Hz Osman sebebini sorunca şu cevabı almıştı:
“Sen selam verdiğinde müslümanların işlerine ait bir mektup yazıyordum. O sırada yanan mum da Beytü’l-Mal’a aitti. O sırada senin selamını almadım. Alsaydım Cenab-ı Hak bana bunun hesabını sorardı ve ben ne cevap verirdim. Şu anda yanan mum ise benim şahsıma aittir. Onu yaktım ve selamını öylece aldım.”
Şöyle ki:
Hıristiyanlığın esas temellerini yıkarak onun yerine kendi uydurma hurafelerini ikame etmek üzere âlim ve feylesof bir Yahudi olan Saul'u sahneye çıkardılar. Bu zeki Yahudi beyi, güya Hıristiyanlığı kabul ederek Pavlos ismini aldı ve kiliseye çekilerek uzun müddet inziva hayatı yaşadı. Hıristiyan dininin icablarını harfiyyen yerine getiriyor ve gitgide halkın itimadını kazanıyordu. Sonunda Hıristiyanların hüsn-ü zannına o derece mazhar oldu ki, kendisine bir havari gibi hürmet etmeye başladılar. Pavlos, bu hüsni zannı, Hıristiyanlığı bozmakta çok dessas bir şekilde kullanmasını bildi. Hz.İsa (AS) ile görüştüğüne ve O'ndan talimat aldığına halkı inandırmayı başardı. Kesif ve plânlı gayretleri sonunda, Hıristiyanların hem itikad, hem de ibadetlerini hakikattan saptırmaya ve birtakım bâtıl mezheb ve fırkaları ortaya çıkarmaya muvaffak oldu6. Artık tevhid'in yerini teslis almış, yani Hıristiyanlar bir tek Ma'bûd'a bedel, Hz.İsa ve Hz.Meryem'e de ulûhiyet isnad etmeye başlamışlardı.
İbn-i Sebe, daha önce Basra, Mısır ve Küfe gibi merkezlerdeki adamlarına Hz.Âişe, Hz.Ali, Hz.Talha ve Hz.Zübeyr'in (R.A) imzalarıyla uydurma mektuplar göndermiş ve onlardan güya Hz.Osman'ın hilâfetten uzaklaştırılmasını istemişti.