Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Bir Yiğidin Gerçek Hayat Hikayesi

Alim Efe

Ayfer Aytaç

Alim Efe Hakkında

Alim Efe konusu, istatistikler, fiyatları ve daha fazlası burada.
0/10
0 Kişi
2
Okunma
Beğeni
933
Görüntülenme

Hakkında

Bir insan ölürken başka herkesin yaşıyor olması, hayatın devam ettiğinin bilinmesi, sıcak nefesin soğuk sona teslim edilmesi, ruhun teslimiyeti anında hiç hoşa giden bir duygu değildi. Rehavete sokuyordu ruhu daralmışlığında. Ölüm neden soğuktu böyle; sıcacık nefesleri sonlandırıyordu. Fakat ameli iyi olana, hakkıyla Hak adına hayır yayana ölüm, cefalı dünyadan kurtulup sefaya kavuşmak demekti. Bunu bilenler için ölüm, soğuk gelmezdi. Alim’in yaşamı, dünyaya serpilmiş bilcümle hayatta hep töhmet altında kalarak geçti sanılsa da; Alim hep koşarak hep kaçarak yaşamışsa da, onu sevenleri biliyorlardı; Alim’in Allah’ın mağfiretine mazhar olacağını… Zira Alim canlılığı boyunca, Rabbine naz niyaz etmekten bir an bile geri durmamıştı. Alim, asıl doğru olan dünyanın, ölümden sonraki hayatta var olduğunu çok iyi biliyordu. Bu gerekçeden olacak o, soğuk ölüme umursamaz gibi, gülümseyerek cevap vermek istedi. Ancak Rabbine günahkar bir kul olarak ulaşıyor olmanın utancıyla, ölümle birlikte yüzündeki gülümseme isteğini de dondurdu. Alim Efe bu yüzden ölüme de, gülümseyemeden gitti. Arkasında kalanları yasa boğarak… Gözlerini yaşa koyarak… Dünya üzerinde ölümün kapısını çalmadığı kimseler, yarınlardan bihaber yaşıyorlardı. Oysa dünyada ki görünen hayat “Sen yedin güllaç, ben yedim bulamaç. Sabah kalktık, sen aç ben aç.” Esasındaydı. Oysa ahrete göçmüşlükte, yani öteki gerçek olan dünyanın sofrasında, bütün insanlar aç ve muhtaçtı. Allah’ın merhametinden medetle doymayı arzulayacaktı. Zira orada yenilecek olan güllaç değil, günahın karşılığı ateşti. *** Sarı Dere Umman Denizi gibi büyüktü… Koca dağın yamacına sırtını verdi; Sarı Dere’nin karşı yamacında, kendisine bakan tarafında düşmanını gördü… Hedef tahtası gibiydi… Hayta, martini kucağına aldı, mekanizmayı küçük topundan tutup önce ileri, sonra geri çekip mermiyi namlunun haznesine sürdü ve kendini beklemeye aldı. İkilem içerisindeydi: “Vurayım mı, vurmayayım mı?” “Ateş edeyim mi, etmeyeyim mi?” “Ben orada, o da burada olsa, o bana mutlaka ateş eder, beni vururdu. Bu adam buradan kaybolmadan düşünüp kararımı vermeliyim.” Hayta gözü pek biriydi. Martini’yi (Mavzerin değişiği bir silah) yanından hiç eksik etmezdi. Silah Hayta’nın en büyük dostu, en güvendiği yardımcısıydı. Yardımcısı da ne, her şeyiydi… Haksızlıklara tahammülü olmadığından, bazı çevrelerce sevilmez, aleyhine söylentiler düzülür, düşmanı bir iken bin tane yapılırdı. Bunun için dostu az, düşmanı çoktu. Dost görünenlerde, Hayta’nın düşmanıydılar esasen. Çünkü yüzüne konuşurlarken dost görünüyorlar, arkasından yapmadıklarını bırakmıyorlardı. Sarı Dere’nin karşı yamacında, Kızıl tepenin böğründe nişangâhına aldığı kişi, dost görünenlerin kendine düşman ettikleri; suçsuz, gariban ve fakirin biriydi. Ne var ki, mütegallibeler hiçte boş durmuyor, Hayta için sürekli düşman üretiyorlardı. Böyle böyle Hayta’nın bir yığın hasmı olmuştu. Kime kurşun değdireceğini bilmez hâllerdeydi. Alim, Hayta’nın imrendiği kahramanıydı… Namı, ünü çok uzaklara giden Alim, aslında Dinarlıydı. Birazda eşkıyalığı vardı, denilirdi kendisi hakkında… Lakin ona çoğu insan eşkıyalığı konduramaz, bahadır olarak anarlardı. Alim’in yarı ömrü mahpushanelerde geçmişti. Bu babayiğit insana ağıtlar yakılmış, türküler düzülmüştü: “Dinar yolu gele gide aşındı Alim Efe mahpushaneye taşındı” diye… Alim hapishanedeyken de, dış dünyadayken de namının gittiği her yeri tir tir titretmişti. “Alim” adını duyan herkes ürperir, yüzüne korku nöbetleri gelirdi. O, yaşadığı yıllarda adının üstüne toz kondurmayan yiğitler yiğidi, yürekli biriydi. Ta ki Dinar’da yonca altında, darağacındaki yağlı ilmeğe boynu geçinceye kadar… Ne zamanki başı önüne düştü, bedeni nefes almaz, nefes vermez oldu; işte o vakit, ondan çekinen insanların yüzlerindeki korku azıcık kaldı. Hele hele düşmanları adamlar saldılar, Alim Efe’nin idam edilip edilmediğini öğrenmek için… İşi şansa bırakmıyorlardı. Alim Ağa’nın yahut Alim Efe’nin idam edilişinin kesinleşmesinden sonra düşmanları davullar vurdurup halaylar çektirdiler. Bu defa idamına türküler yakıldı: “Alim Efe düşmanlarına korku saldı Bölük bölük jandarmaları tek başına yardı Bir gece kurulan darağacına Alim Efe sabaha karşı asıldı. Yok, yok… Hayta, Alim Efe gibi olmayacaktı. Eşkıyalığı da kabul etmeyecekti. Adam vursa bile hakkıyla öldürdüğünü sanacak, vicdan azabı çekmeyecekti. Bir de arkasından türküler yaktırıp, adını ebedileştirmek istemiyordu. O, Gölbaşı Dağı’nın, Sarı Dere’nin, Acı Dere’nin, Ergenli’nin, İnce Boyu’nun, Kayı Yaylası’nın Hayta’sı kalmak istiyordu. Kendisine “Katil” de dedirtmek hoşuna gitmiyordu. 12’lik mermi, namlunun haznesinde hâlâ sürülü… Tetik sanki emir bekliyor gibiydi. Sağ elinin işaret parmağı, tetiğin çember tarafından girip, geriye, kendisine doğru geldi miydi; dost görünüp de hainlik yaparak kendisine düşman yaptıkları kişiyi, tek mermiyle öldürecekti. Racon böyleydi. Hesap böyleydi. Tek mermi kâfiydi. Çok mermi atıp, koyakları yankılandırmak, ayrıca kıt olan mermileri çabuk bitirmek demekti; bu işine gelmiyordu. Sonra öteki düşmanlara mermi kalmayabilirdi. Çam ağaçları, samyeliyle birlikte oynaşmaya, uğuldamaya başladı. Etrafta müthiş bir gürültü vardı. Hayta, düşmanlarından değil, bu gürültüden korkuyordu… Aradan bir saat geçmesine rağmen, hedefindeki düşmana karşı hâlâ ikircim içerisindeydi. Bir türlü kesin karara varamıyordu. Aynı zamanda bir yanılgıya da düşmek istemiyordu. Son defa martine baktı ve sağ elinin namlunun ucundan kabzanın omzuna gelen yerine kadar sıvazladı, eğilip bir de öptü… Ne olduysa oldu; martini omzuna dayadı, gezi-gözü ayarladı ve tetiğe bastı… Düşmanlarının düşman ettiği Akça Efe, tek kurşunla olduğu yere kıvrılıp cansız yattı. Artık her şey bitmişti… Akça Efe’nin ölüsü orada bir gece kaldı. Öldürüldüğünü bilen yoktu. Gören olunca herkesin haberi olacaktı. Hayta’da -ben öldürdüm- dememişti. Jandarma, Hayta’nın bileklerine kelepçeyi bağlarken, itiraf etti: “Ben öldürdüm!” diye…
Tahmini Okuma Süresi: 6 sa. 34 dk.Sayfa Sayısı: 232Basım Tarihi: 2011Yayınevi: Tuna Kitapevi
ISBN: 9786054309269Ülke: TürkiyeDil: TürkçeFormat: Karton kapak
Reklam

Yazar Hakkında

Ayfer Aytaç
Ayfer AytaçYazar · 8 kitap
Gazeteci- yazar Ayfer AYTAÇ, 1955 senesinin Mart ayında babasının memuriyeti hasebiyle Isparta'nın Yalvaç ilçesinde, ilçenin meydanlığındaki koca çınarın yakınındaki bir evde dünya ya gelmiştir. Soy kütüğü, Isparta merkezi Bey Mahallesi'ne günümüz adıyla Gazikemal Mahallesi'ne kayıtlıdır. Baba tarafından bütün soyu, Ispartalıdır. Anne tarafından dedesi Ankaralı, anneannesi Merzifonlu, annesi ise doğma büyüme Çorum'un Alaca ilçesindendir. 19 yaşında Isparta'nın ilk hanım gazeteci-yazarıolarak adım attığı basın hayatında, basının her dalında 'Gazete, dergi, radyo, televizyon ve fotoğrafçılık' alanlarında aktif düzeyde ve her daim Isparta'nın menfaatine yönelik, halk taraflı olarak üstün gayretle çalışmıştır. Ayfer AYTAÇ'ın yazarlığı tamamen Allah vergisi bir yetenektir. İçinden geldiğince, doğaçlamaya dayalı sürekli yazma eylemi, tamamen genlerinden geçme bir özelliktir. AYTAÇ, kendisine yöneltilen sorularda bu yönünü şu sözlerle özetler: 'Ben genlerimden gelme ve Isparta'nın gerçek yerlisi olan ilk ve tek gazeteci yazarım. Galiba daha uzun süre öyle kalacağım. Çünkü Isparta'nın yerlisi pek kalmadı Isparta'da. Isparta'da hanımların çalışmasına örnek olmuşumdur. Dünya üzerinde kendi vatanımın, vatanım üzerinde kendi şehrimin,şehrimin üzerinde kendi mahallemin savunuculuğunu yapmakla bilinirim. Bu yönüm dünkü günde de öyleydi, bugünde bu böyledir-' Kendi anlatımıyla Ayfer AYTAÇ: 'Baba tarafımdan dedelerimden biri 'Isparta Tarihi' kitabının yazarı, iki dönem Isparta milletvekilliği yapmış, iki dönem Isparta belediyesi başkanlığı görevini yürütmüş Böcüzade Süleyman Sami Bey'dir. Yazarlığım ondan dolayı geçme- Gazeteciliğimse, babamın öz dayısı olan Muammer Kaylan'dan- Kendisi, Hürriyet Gazetesi'nin çok uzun yıllar Amerika temsilciliğini yapmıştır. Yazarlığımı keşfeden isim, Isparta Cumhuriyetİlkokulu'nun değerli müdürlerinden Bekir Türk hoca olmuştur. 1964 yılında ilkokul üçüncü sınıfta okurken Akdeniz Bölgesi ilkokullar arası hikaye yarışmasında birinci olmuştum. Daha sonra defalarca kompozisyon yarışmalarında derecelerim ve ödüllerim oldu. Derken bir gün okul müdürüm Bekir Türk, bana şöyle dedi: 'Kızım sen at değilsin ki, yarıştan yarışa katılasın. Boş ver yarışmaları, sen yarınlar için içinden gelenleri sürekli yaz. Gelecek neslin bugünleri senden öğrensin.' Okul müdürüm böyle demişti, ancak ailem yazmama karşıydı. Ailem diyordu ki: 'Kalemden ve kelamdan para kazanılmaz. Sen de her Ispartalı kız gibi halı doku.' O zamanlar Isparta'da kadının-kızın çalışması, adının bir şekilde duyulması ayıp sanıldığından, ailem gizliden yazdığım nice hikayemi, makalemi yırtıp, yakmıştır. Fakat kaderde olanın önüne kimse geçemiyor. Ben yılmadım, geceleri gizliden yazdığım şiir ve öykülerimi biraz yetişkin olunca (13-14 yaşlarımda) ailemden gizli, bayramlarda ellerini öptüğüm aile büyüklerimin verdiği harçlıklarımdan biriktirdiğim paraları posta parası edip, Hürriyet Gazetesi'nin Kelebek ekine ulaştırdım. Orada birkaç kez yazdıklarım yayınlanınca, her gün bu gazeteyi alan bir komşumuz, yazılarımı, adımı veşehrimi okuyunca, bana destek olacağını söyleyip, elimde müsvedde ne kadar hikaye, şiir varsa alıp Isparta'nın ilk yerel gazetesi olan Isparta Gazetesi'ne gönderdi. Ben henüz çocuk yaşta olduğumdan, ilimizdeki böyle bir gazetenin varlığından haberim yoktu. Komşumuz demişti ki bana: 'Yazdıkların çok güzel, ama ulusal gazetede her zaman yer vermezler. Yerel gazetenin sahibi de beğenecek yazını ve her yazdığını yayınlayacak, görürsün.' Bu şekil safiyane bir hevesle gazeteye yazılarım gönderildi. Fakat yayınlanıp yayınlanmadığını takip edemiyordum. Aradan üç hafta geçmişti ki, gazetenin bir elemanı nüfus müdürlüğünden adresimi öğrenerek evime geldi ve beni, gazete sahibinin görmek istediğini söyledi. Ailem şiddetle karşı çıktı 'Olmaz!' diye- Lakin ben her şeye rağmen, her türlü riski göze alarak karşıma çıkan fırsatı değerlendirdim. O andan sonra geriye dönüşümde olmadı. Yaydan çıkmış ok gibi bir anda gazete ortamında buldum kendimi. Sene: 1974 baharıydı. Önce yazar olarak başladım gazetede çalışmaya, sonra gazetenin kıdemli elemanı ve o günlerdeki TRT'nin Isparta temsilcisi, aynızamanda başta Hürriyet, Milliyet ve Cumhuriyet olmak üzere, Marmara ve Ege Bölgesinde yayınlanan tüm ulusal gazetelerin Isparta temsilcisi olan Bayramİleri, bana gazeteciliği de aşıladı- Bir müddet sonra kendisiyle evlendim. Bu evliliğimden dört evladım oldu. 13 yıl süren evliliğimiz iş arkadaşlığından farklı olunca: 'Şartlarımız uyuşmadı hakim bey.' diyerek bir celse de ayrıldık. Zira her ikimizde aslında mesleğimize sevdalı olduğumuzu anlamıştık. Ayrılık sonrası ikişer yaşaralıklı çocuklarımı ben yanıma almıştım. Hem işimin yoğunluğu, hem de çocuklarımın bakımı zor olacağından; o günlerde yurt genelinde bile henüz yaygın olmayan 'Özel Ana Okulunu' öncü olup açtım Isparta'ya. Maksadım hem kendi çocuklarımın, hem de giderek yaygınlaşmakta olan çalışan kadınların çocuklarının bakımına kolaylık getirmek içindi- Allah'ın izniyle bu işte de alnımın akıyla muvaffak olmuştum lakin birkaç sene sonra sevdiğim meslek olan gazetecilik ile kavuşmayı daha çok münasip bulmuş ve tercih etmiştim.' Gazeteci ve yazar olarak Isparta ve Demokrat gazetelerinde uzun soluklu, disiplinli bir hizmet sergileyen Ayfer AYTAÇ, 1991 senesinde Isparta'ya ilk kurulan yöresel ve bölgesel televizyonda (BES TV) muhabirlik, programcılık ve televizyon müdürlüğü yapmıştır. Aynı dönemlerde yine Isparta'nın ilk radyo yayın istasyonu olan Gülistan Radyosu müdürlüğünde bulunmuştur. Fakat ağırlığıtelevizyon programcılığına vermiş; bu alanda, Isparta'ya görmediklerini, bilmediklerini sergilemiştir. Olumsuzlukların üzerine cesaretle gitmesi Ispartalıların takdirini toplamıştır. AYTAÇ'ın televizyondaki başarıları, onu, Isparta Belediyesi'nin Basın ve Halkla İlişkiler Müdireliğine getirmiştir. Bu konumda da Ayfer AYTAÇ Isparta Belediyesi'nin kendisine imza yetkisi verilmiş olan ilk hanım yöneticisi olmuştur. AYTAÇ, uzun seneler aralıksız yaptığı yöneticilikten bazı siyasilerin dalaverelerine göz yumamadığı için kendi isteğiyle 2000 senesinin Mayıs ayında emekliliğini istemiş ve emekli olmuştur. Emekliliğinin akabinde İstanbul'a giden Ayfer AYTAÇ, 'Ay Işığı Sevgi İstiyor' isimli ilk kitabını yayınlatmıştır (2001). Bir kapkaç saldırısında basın çantasını, dolayısıyla fotoğraf makinasını çaldıran Ayfer AYTAÇ, İstanbul'a değil de, insanlarına biraz kırılarak Isparta'ya dönüşkararı almıştır. Birazda bu hadiseden mütevellit 'Unut Beni İstanbul' adınıverdiği ikinci kitabını, henüz İstanbul'dan ayrılmamışken çıkartmıştır (2002). Isparta'ya dönüşüyle birlikte 'Reform' adını verdiği yerel gazeteyi yayın hayatına koymuştur. Böylelikle Isparta'nın ilk hanım gazete sahibi unvanını da elde eden Ayfer AYTAÇ, yoğun çalışmaları sırasında geçirdiği bir trafik kazası nedeniyle, kendi gazetesinin yayınını geçici olarak durdurarak; yazarlığını, evinden, yerel bazı gazetelere makale ve röportajlar yazarak devam ettirmektedir. Ayfer AYTAÇ, vatana ve millete hayırlı olarak yetiştirdiği, dört çocuğunun annesi ve on yılda, kısa aralıklarla yayınlanmış on üç kitap sahibidir. Çalışma hayatı süresince, gazetecilik mesleği sırasında çektiği fotoğraflarla beş şahsi fotoğraf sergisi de açan Ayfer AYTAÇ'ın, çektiği fotoğraflardan ve yazdığı yazılardan ötürü aldığı pek çok başarı ödülü bulunmaktadır. Lakin kendisi ödül için değil, geleceğe birikimlerini aktarmak için yazıya önem vermektedir. Ayrıca Ayfer AYTAÇ Isparta ve insanlarla ilgili pek çok hatırata, sırra sahip olduğu kadar, bir kısmını sebil gibi dağıttığı genişbir fotoğraf arşivine de sahiptir. 35 sene aralıksız basının içinde var olan Ayfer AYTAÇ'ı mesleğinden koparamayan tek etken, Ispartalıların ona güven duymasıdır. Aytaç mesleğinde idealist ve ilkeli, etik anlayışı olan, 'Önce insanım'diyen bir gazeteci olarak bilinmesinden dolayı Ispartalılardan hep takdir görmüştür. Peşinden gelen mesleğe meraklılar tarafından da hep kıskanılan ve taklit edilen gazeteci-yazar olmuştur.