Kalıcı ve ebedi olmadıktan sonra bu güzellikler ne işe yarar? Bu kadar güzelliği gören insan hem de insanların belki binde biriyken, insanda ebedilik var mı? Yerküre dediğimiz bu geçici ikametgahı derin bir hüzne kapılmadan seyretmek acaba mümkün mü? Nereden geldik? Nereye gidiyoruz? Temiz bir inancın pek güzel cevap verdiği bu soruya akıl ve fen cevap veremiyordu. Bir kere daha doğaya baktım. Bu defaki bakışımın önünde güzellikler kayboldu. Işık söndü, her tarafı karanlık kapladı. Sanki gerçek, olanca dehşetiyle göründü: İnsanın gözünü okşayan çimenlerdeki yeşillikler, latif çiçeklerdeki güzellikler; sadece ışık oyunu! Mini mini kuşların cıvıltısı; hava titreşimi! Alemleri kaplayan bu ışık esîr* dalgalanması! Kısacası hepsi bir zorunluluğa, bir emre, bir kanuna esir!
Ben küfür ile imandan, ikrar ile inkardan, tasdik ile kuşkudan meydana gelmiş bir şey olmuştum. Kalben inkar ettiğimi aklen tasdik eder, aklen reddettiğimİ kalben kabul ederdim. Velhasıl kuşku denilen ejderha vücudumu sarmıştı. Bir fikri ne kadar sağlam temellere oturtsam, kuşku ejderhası bir sarsışta yıkıyordu. Bari kesin inkarla hiç olmazsa rahat bir noktada kalabilir miydim? Ne gezer! İnkar başka şey, kuşku yine başka. Kuşku ejderhası her kesin fikrin düşmanıydı. İster ikrar olsun, ister inkar olsun, geçerli ve müspet bir şey kabul etmiyordu.