Toplum standartlarından çıkıp kendi olma yoluna düşen güzeller güzeli bir kadın. Bu değişim sürecinde insanlığa dair bütün duyguları besliyorsunuz ona. Sevgi, tutku, nefret, tiksinti, acıma, saygı, gurur, yok sayma... Yeri geliyor toplum içindeki sıradanlığında kendinizi buluyorsunuz, yeri geliyor ondan tiksinirken bir anda empati yapıyorsunuz. Döneminin içinde bu kadar sivri nasıl olabilmiş derken, ben bu çağda ne kadar cesurum diye kendinize bakıyorsunuz. Kendi sınırlarınıza meraklı bir keşfe çıkartıyor sizi. Ben, kendimden ne kadar ileri gidebilirim bilmiyorum. Hangi konu bana başkaldırtır bilmiyorum. "İnsanın kendine yaptığını, yedi düvel bir olsa yapamaz" denir ya öyle de bi son yani.
Bir yanda böyle çıkıntılıklar varken bir yanda da yine kendi olarak var olmuş bir erkek karakter var. O da aslında en az Anna kadar sivri ama erkek olduğu için midir nedir, kendisi ile bu kadar uğraşmadık duygular denizinde. Bu kadın-erkek ayırımları hep vardı. Hep de var olacak kadın,erkek var olduğu sürece.
Tolstoy işte hümanist mi hümanist bir yazar. Bize yine insan olmayı, insanı keşfetmeyi ve her haline saygı duymayı hatırlatıyor. Asla kabul etmeyeceğimiz bir duruma saygı duymayı yaşatıyor. Din, ahlak, kültür, toplum çatışmalarında ara bulucu olmaya meylettiriyor. Canım Tolstoy, senin insanlığını seveyim.